Az yazmayı, ben Türk şiiri için bir tuzak sayıyorum, bu fikrimin gerekçelerini de daha evvelden yazmıştım, konuya birkaç eklemede bulunmak istiyorum yalnızca: Mehmet Akif ve Nazım Hikmet, niçin çağdaşları gibi az yazmayı tercih etmemişlerdir? Hiç düşünmeye gerek yok, bu iki şairimizin de uğruna hayatlarını ortaya koydukları davaları vardı. Marksist ideolojinin, şiirin ruhu sayılabilecek manayı dışlayıp maddesi olarak düşünebileceğimiz şekli öne çıkarmasına ve her şeyi estetik düzleme indirgemesine, ne yazık ki şairlerimiz tarafından ciddi bir tepki koymak şöyle dursun, bilakis ilgi gösterilmiştir.
Az yazanlar, kendi doğal yeteneklerine güvenemeyen şairlerdir
Nazım Hikmet’in Marksist olmasına rağmen bu tuzağa düşmemesi ilginçtir
ve ayrıca, manayı dışlayan maddecilik, farkında olmadan maddeyi de öldürmektedir. Yoksa, çoğunluğu materyalist olan cumhuriyet sonrası şairlerimizin büyük külliyatlarının olması gerekirdi. Şair, ortaya koyduğu eserlerle fikrin kendisine dönüşür. İnsanı ayrıcalıklı kılan, insanın düşünen bir varlık olmasıdır. Salt estetik kaygıyla ortaya konulan metinler, düşünme yetisine ve ayrıcalığa sahip değildir. Özgünlüğü olmayan metinlere eser diyemeyiz; bir metin, düşünüyorsa eserdir. İşte, şairin evren karşısındaki kendisine has duruşu, onun ideolojisidir. Mehmet Akif ve Nazım Hikmet, toplumcu yanlarıyla mesajı önemsemişler, elitist bir tavır olan estetlikten kaçıp manaya yönelmişlerdir; ancak bu, onların estetik açıdan zayıf ürünler ortaya koydukları anlamına gelmez. Büyük şairler, ne yazarlarsa yazsınlar, kendilerini okutacaklarını bilirler. Sonuçta yetenek, estetiğin kendisidir.