Sanat derken neyi kastettiğimizi
anlatalım önce. Şiir, Mimari, Resim, Müzik, Edebiyat, Tiyatro vs. Bunların
tamamı, ilim ve irfan sahibi sanatçıların hayatlarını uğruna feda ettikleri, kafa
patlattıkları, bir ilham anını yakalamak için fikretme ve okuma serüveni içinde
zihni ve kalbi sıkıntılarla boğuştukları, dikkat damarlarının ucunu ateşle
yaktıkları uzun ve acı dolu zamanlar sonucunda meydana gelmektedir. Burada bir
kişisel acıdan bahsettiğimiz sanılmasın. Mesele bir kişinin acı çekmiş olması
meselesi değil. Bir kişinin sanat uğruna verdiği şahsi bir sıkıntıdan
bahsetmiyoruz. Bir gezegenin insanlığı aydınlatmak için sürekli yanışından ve
kendi ateşini kendi öz varlığından alarak parlayış ve aydınlatışından
bahsediyoruz. Sanatçı, toplumun bütün nüveleriyle bir kişide simgeleşerek
şahsiyet kazanmış halidir. Daha da ileri giderek diyebiliriz ki sanatçı, hakikatin
bir şahsiyet halinde tezahür etmiş portresidir. Buradan bakarak anlamaya çalıştığımızda
belki de sanatçının kimliğine ilişkin sağlam bir yoruma ulaşmış oluruz. O, her
büyük ve değerli hadise gibi o hadiseye muhatap olan insanlara bir lütuf, bir
merhamet, bir diriliş kanalıdır. Büyük sanat, bir irfan manivelasıdır. Büyük
sanatçı da bu manivelanın döndürücüsü. Ruhumuza takılmış bu manivela, bize
kendi gerçek portremizi gösterecek güçten pay almıştır.
Gerçek sanatçı, kimsenin yanında
ya da uzağında değildir. O hep yanı başımızda, o hep ilham anına odaklanmış
olduğu için bazen bizi umursamaz durumda, o hep istemelerden ve almalardan
ötede, boğulacak kadar yalnız, herkesin ruhuna bir ferahlık katmak için insanla
ve insanlıkla meşgul.