31 Mart 2013 Pazar
27 Mart 2013 Çarşamba
SÖYLEŞİ: FİRDEVS KAPUSIZOĞLU SORDU
F.K : Yaratıcı
olabilmek için hangi özelliklere sahip olmak gerekir? Yaratıcı bir insanı
diğerlerinden farklı kılan nedir?
M.A : Bana
kalırsa her insan, birçok yetenekle birlikte doğar. Heidegger, insanın dünyada
bulunuşunun şairce olduğunu ima eder. Galiba, kendi varlığı üzerinde düşünme
eylemidir esas olan. Ne ki, yaratıcı bilinç, biraz da çabanın ürünüdür. Çaba,
soruları çoğaltır ve derinleştirir. Bir kişinin bütün eylemlerini toplasak bir
kallavi sorunun içine ancak sığar. Soruya mukabele etme gayreti ve heyecanı,
yaratıcı zihnin teşekkülüne ve yeni cevaplar üretmesine yol açar. Biz buna
“yeteneğin ortaya” çıkışı diyebiliriz. Tabii, yeteneğin ortaya çıkış formu,
kişinin tabiatına ya da yaratılışının yatkın olduğu dikkatlere göre değişir.
Şair, mimar veya müzisyen gibi… Esas olarak kimsenin kimseye bir üstünlüğü
yoktur, sadece farklılıklar vardır.
F.K : Yaratma
sürecinizi anlatır mısınız? Bu süreçteki en büyük zorluk nedir? Dışarıdan gelen
bir müdahale esin akışını bir süreliğine de olsa kesintiye uğratır mı?
M.A : Şiirin
oluşum süreci bana hep ilginç gelmiştir. Yazı da böyle. Sanatın doğası, galiba,
biraz kendiliğindenliğe de bağlı. Bazen bir şiir yazacağım derim oturur
yazarım, yazı için de böyle ama çoğu zaman da onu aramakla geçer zaman. Bir
bilinçli arayıştan bahsetmiyorum, bir tür susayıştan bahsediyorum. Su
yanınızdadır, elinizin altındadır belki ama işte ona kavuşmak ve onu
varlığımıza katmak için bir iç yapılanışın ve ruhun ve bedenin ona doğru
yönelme arzusunun da belirginleşmesi gerekir. Bedenin suya ihtiyacının olduğu
an, aslında suyun da bir bedende kaybolmaya ihtiyaç duyduğu andır. Şiir, bir
zorluk ya da kolaylıkla bağlantılı değildir, daha çok dikkatlerimizin ya da
sorularımızın şairce ve şiirce vücut
bulması ile ilgilidir, diye düşünüyorum.
F.K : Stephen
Spender’in “Şaire Tanrı ya da doğa
tarafından tek bir dize verilir, geriye kalanı tek başına gerçekleştirmesi
gerekir.” sözüne katılıyor musunuz? Eser, beklenmedik bir biçimde mi ortaya
çıkar yoksa bilinçli bir çabanın ürünü müdür?
M.A. : Şiir,
şairi bekler. Tanrı, şiirin ilk mısrasını değil, bizim ilk varlığımızı,
varoluşumuzu başlatır. Şiir bizdedir zaten, bizimle birlikte kelime ve imge
olarak vücut bulmuştur. Varlığı ve kendimizi şiirce okumaya başladığımızda,
beklediği yerde açığa çıkar, belirginleşir ve dimağımızı yeşillendirir. Şairi
şiire kavuşturan şey, ya da tam tersi, şiiri şaire kavuşturan şey, şairin
şairce varoluşuna imkan veren “şairane dikkat”tir. A. Hamdi Tanpınar’ın sözü ne
güzel, diyor ki “dehanın miyarı dikkattir.” Miyar, ölçü demek. Aslında insan
dikkatten ibarettir ve şairane dikkat, dehanın yatağıdır. Tabii, yukarıda belirttiğimize
dönecek olursak, bahsettiğimiz bu dikkatin keskinleşmesinde ya da
belirginleşmesinde çabanın önemli bir yeri olduğunu tekrar ifade etmek gerekir.
F.K. : Eğitim
sisteminde yaratıcı çocukların erken fark edilmesi için neler yapılabilir?
/Yaratıcı düşüncenin geliştirilmesi için neler yapılabilir?
M.A. : Her
okula bir “hayal dükkanı” açmak gerekir sanırım. Sanat, hayal ürünü değildir
ama hayal, hayatın başka hayatlarla ve sonsuzlukla yollarının kavuşmasına
yardım edebilir. Hayalin gerisine dikkati azar azar serpiştirdiğimizde her
okuldan bir dahi çıkarmak imkansız değil, diye düşünüyorum.
F.K. : Yaratıcı
düşüncenin geliştirilmesinde dil ve edebiyatın rolü sizce nedir?
M.A. : Dil,
düşüncenin yurdudur. Böyle demişler. Bence güzel demişler. Edebiyat da hayatın
yurdudur. Zihnimize ve gönlümüze kelebek kanadının vuruşları gibi yumuşak ama
derin vuruşlar gerçekleştirir. İnsanın etrafı, kimsesizliğin kabuğuyla
sarılıdır. Şairane bilinç bize başkalarını hatırlatır, acının ve sevincin
koltuk değnekleriyle ayağa kaldırır ve yolumuzu işaret eder. Bu yol, düşüncenin
ve dikkatin yoludur. Yaratış içinde yaratış seremonisidir.
Bu
kadar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)