Ünlü gezginimiz Evliya Çelebi'nin bir mübâlağa (abartı) ustası olduğunu bilmeyen yoktur. Olayları bazen öylesine abartır ki, bizi gülümsetir. Mübâlağanın (abartının) nihai sınırlarını zorladığı duygusuna kapılır, "bu kadarı da fazla" diyecek oluruz. Ne ki, mübâlağa, bir sanattır ve sanıldığı gibi kolay becerilebilir bir tür değildir. Bir olayı mübâlağa suyuna batırmak yetenek ister. Zeka ister. Bilgi ve dikkat ister. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi, bir irfan adamının dünyanın hallerine ilişkin ironik bakışını yansıtan ifadelerle doludur. Evliya Çelebi, abarttığı noktadan bir sonuca ulaşıyor değildir; vardığı bir sonuçtan, ulaştığı bir kanaatten insanın insafsız ciddiyetini iğneliyordur.
Mübâlağa sanatı, bütün dünyada bilinen bir sanat olmakla birlikte, benim kanaatime göre özellikle Doğulu toplumlara hastır ve bizim kadim sanatımızda da fazlasıyla yer almıştır. Mesela minyatür, bir tür mübâlağa sanatıdır ve boyutlara ilişkin dikkatimize yeni bir bakış açısı getirir. Boyutların küçük evrenlerine eğlenceli bir gezintiye davet eder. Minyatür sanatında, basit evrenden kadim evrene doğru küçültülmüş boyutlardan bir geçiş aralığı açılır.
Türk-İslam
toplumları mübâlağayı hayatın bir parçası olarak gördüler ve yeri geldiği her
an ona müracaat etmekten çekinmediler. Bizim sokağımızın dili, mübâlağanın
dilidir. Bugün belki çok bariz bir şekilde bu dili sokakta göremiyoruz ama
sanırım bundan yüzelli-ikiyüzyıl önceki sokaklarımız bugünkünden daha fazla mübâlağaya
yatkındı ve toplumun eklemlerini daha işlek ve kıvrak yapıyordu. Bugünün
sokağının dili fazla ciddi ya da fazla ciddiyetsiz. Mübâlağayı, abartı sınırını
ne kadar zorlarsa zorlasın, ciddiyetsiz bir form olarak göremeyiz Belki de
gereksiz ciddiyete bir tür müdahaledir. Mübâlağa, sıkıntılı toplumların değil,
rahat ve oturmuş toplumların dilidir. Bu açıdan baktığımızda bile, Evliya
Çelebi'nin yaşadığı dönemin, rahat ve oturmuş bir dönem olduğunu söyleyebiliriz.
Divan
edebiyatına "mübâlağa edebiyatı" desek yeridir. Mübâlağa sanatını
kullanarak hakikat parıltılardan imgeler ve imajlar yaratmıştır.
Masallar da
öyledir. Mübâlağa üzerinden insanlık macerasına açılımlar getirir. Dede Korkut, tipik bir mübâlağa
örneğidir. 'Tepe Göz' tipini hayal etmiş bir zihin dünyası, ancak mübâlağa ile
sağlıklı bir ilişki kurarak bu sonucu elde etmiş olabilir.
Ünlü Rus yazar Mihail Bahtin'in Rabelais ve Dünyası adlı eseri, Fransız
yazar François
Rabelais'nin (1483-1553) Gargantua ve
Pantagruel adlı eseri üzerinden gülmenin felsefesini yapar. Karnavelesk
kavramı üzerinden Batılı toplumların mübâlağa ile olan ilişkilerini irdeler.
Günümüzün bilim-kurgu filmlerini de yine mübâlağa
sanatının örnekleri olarak sayabiliriz.
Benim düşünceme göre I. Dünya Savaşı, bizim, mübâlağayı
mutlak anlamda kaybettiğimiz savaştır. Bu savaşta almış olduğumuz mağlubiyetin
en acı sonuçlarından biri budur. Modern Batı sanatının dayandığı
"gerçeklik", mübâlağanın yerine geçti. Zamanla sanatımız da,
edebiyatımız da mübâlağayı unuttu. Mübâlağanın kaybı ise, bizi gereksiz
ciddiyete ve kasıntıya sürükledi. Bundan kurtulmamız gerekiyor. Mübâlağayı
yeniden keşfetmemiz ve bu genişlik içinden dünyaya bakmamızda fayda var diye
düşünüyorum.
Mübâlağa, zekanın ve medeniyetin dilidir.
Evliya Çelebi'nin ruhu şad olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder