Yeprem Türk: Edebiyat
Ortamı Şiir Yıllığı, lirizmin şiirden kovulduğu bir dönemde çıktı. Bu açıdan
bakarsak, lirizmin ötelendiği bir yerde, lirik şiirleri ön plana alarak bir
şiir yıllığı çıkarmak biraz da riskliydi. Ama etkisini ve gücünü de aynı risk
üzerinden elde etti sanıyorum.
Mustafa Aydoğan: Yıllığı hazırlarken
belli tarz şiirleri hedefliyor değilim. Şu tarzı ya da bu tarzı öne çıkarmak
gibi bir amacım yok. Okur, seçilen şiirlerden yola çıkarak kendince bir
tanımlama yapıyorsa buna da bir şey diyemem. İşin aslına bakarsanız
hazırladığım yıllıklar üzerinde en az düşünen kişi benim galiba. Bir form, bir
ön çerçeve belirleyerek çalışma yapıyor değilim. Bir tür kendiliğindenlikle
gerçekleşiyor. Sadece şiire bakıyorum. Beğendiklerim oluyor, beğenmediklerim
oluyor; yıllığa girmesinde lüzum gördüğüm oluyor, görmediğim oluyor. Mesela, bu
yıl (2013) hazırladığım yıllıkta hangi isimlerin yer aldığını sorsanız bilemeyebilirim.
Ama yıllıktaki herhangi bir şiiri seçip “bunu niçin aldın” diye sorsanız, size
bir bir anlatabilirim. Yani, isimler ve formlar üzerinden değil; bir tür
kendimce oluşturduğum ya da öteden beri oluşmuş olan sezgi, zevk ve duyarlıklar
üzerinden bir sonuca ya da tercihe ulaşıyorum. Bu sonuç, okurda şu veya bu yönde
bir düşünceye kapı aralıyorsa bu, okurun vardığı bir sonuçtur.
Y.T.: Lirik
şiiri konuşarak başladığımız için söylüyorum. Lirik şiirin geri dönmesi, siz de
bu damarın önemli bir şairisiniz, şiirimiz adına yeni bir lirikleşme
sağlayabilir mi? Ama diğer yandan şiiri boş sözler yığınından, sadece coşku
saçan bir havada estirebilir. Çünkü lirik şiir gelişini hızlı bir şekilde
yapar, bu hız içerisinde fikir ve hikmet coşkuya kurban da gidebilir.
M.A.: Lirik şiirden ne
anladığımızla ilgili bir şey bu. Lirik şiirin küçümsenmesi meselesi ile
metafizik olanın, ilahi olanın küçümsenmesi arasında bir ilişki olduğunu
düşünüyorum. Lirik şiir hakkında Yahya Kemal’in yaptığı yorumu önemli görüyorum:
Yahya Kemal: “Eski gazelseralar lirizm’i AŞK kelimesi ile tarif ederlerdi.
Onlar aşktan bizim bugün anladığımız
alâka ve sevgi manasını anlamazlardı…. Fuzulî “âşık” bir şairdi.” Burada bir
ilahi bağlılıktan bahsedildiği açık.
Şiirde lirizm, aslında
bir form değil, belki daha çok öze ilişkin bir şeydir ve lirizm az ya da çok
her şiirde mevcuttur. Yoksa şiirde plastikleşme kaçınılmaz olur. Lirik şiirden,
ağlak ve duygu yoğunluklu durumların ifadesi anlaşılıyor ki bu anlayış biçimi
lirizm ile ilgili bilgi eksikliğindan kaynaklanıyor olsa gerek. Lirik şiirden
ben metafizik dikkati anlıyorum. Ya da manevi duruluğu… Modern çağın lirik
olana mesafesi metafizik olana mesafesinin bir sonucudur. Yani inanma şuurundan
kopuşla ilgilidir. 20. Yüzyılın başlarından bu yana kaybedilen şey, dünyanın
kaybettiği şey, inanma şuurudur. Bugün, şiirin meselesi, “yeniden deneyiş”
meselesi olmaktan çok “yeniden inanış” meselesidir. Elbette Allah’ın bir stili
yoktur. İstediğini yaratır, istediğini öldürür. Stil, beşeri bir zorunluluktur.
Sezai Karakoç’un “diriliş” kavramı ile özetlediği şey, metafizik şuurun insanın
gönlünde yeniden tesis edilmesi çabasıdır. Bu nokta, lirizmin yeniden hayatiyet
kazanması sonucunu doğuracaktır. Mümin, “gözü yaşlı” ve gönlü yumuşaktır.
Hadiselere nereden bakıyorsak, fiilimiz oradan hız alır. Sokrates’in bahsettiği
“Kuğuların Şarkısı” alegorisinde olduğu gibi. Kuğular öleceklerini
anladıklarında daha neşeli ötmeye başlarlarmış. İnsanlar ölümden korktukları
için kuğuların bu durumunu ölüm korkusuna bağlarlarmış. Oysa, diyor Sokrates, bu
neşeli ötüşlerin kaynağı ölüm korkusu değil, Allah’a kavuşacak olmanın sevincidir.
Aksine, lirik şiir
hızlı gelmez. Bir bedel ister. “Kendini feda ediş”in gerçekleşmesini bekler.
Bilginin, düşüncenin ve realitenin ötesinde, aşk bilgeliğine ve arifane duyuşa
mecbur kılar. Değişen durumlar karşısında değişmeyene, kadim olana bağlı
kalmayı ister.
Y.T.-Modern
şiir dehasına çok güveniyor, çoğu zaman da bunu başat bir araç olarak
kullanıyor. Sezgi ve hikmetin tertibi de bu derece donuk ve etkisiz bir kalıp
üzerinden okuyucuyla buluşuyor. Yıllıkta buna benzer şiirler de var ama
yıllığın temeli buna dayanmıyor. Yıllık ne tür bir şiir aradığını öncelikli
olarak sezdirmeyi, anlatmayı başarıyor. Hedefini gösteriyor yani.
M.A.-Dediğim gibi, Yıllığı
hazırlarken belli bir düşünceden ya da formdan hareket ediyor değilim.
Türkiye’nin şiir birikimini elimden geldiğince göstermeye çalışıyorum. Bu yıl,
görsel şiire de yer verdim. Bu, görsel şiiri onayladığım anlamına gelmiyor. Ne
var ki, bu tür bir şiir de yazılıyor, öyleyse en azından bunun belirgin bir
örneğine yer verilmesi gerekir.
Benim kanaatim,
hesabını Türkiye üzerinden yapmayanların varacağı bir nokta olmadığıdır.
Türkiye, bizim tercihlerimize ya da formlarımıza bakmaz. Kendi gerçekliğinin
görülmesini arzu eder. Şiir de bir siyasettir. Dünyayı kendi penceresinden yorumlar
ve eleştirir. Şair, şiirin imkânlarına güvenen insandır. Bu imkânın, imkânlar
içerisinde en tercih edilebilir olduğuna inanan insandır. Yoksa şiir yazmasının
bir anlamı kalmaz. Şiir, bir inanç meselesidir. Feda ediş ve feda oluş
meselesidir. Ben, yıllığı hazırlarken insanların şöyle ya da böyle düşünmesini
temin etme uğraşısı vermiyorum. Bu, abes olur. Deneyenler oldu ve hâlâ da
oluyor. İnsanın ailesini sevmesi anlaşılır bir şeydir fakat aile fotoğrafını
toplu fotoğraf olarak göstermeye çalışması kendi ayağına kurşun sıkma
teşebbüsüdür. Hazırladığım yıllığın şu ya da bu yönde hazırlandığına ilişkin
her türlü yorum okurun kendi yorumudur, ben bir şey diyemem.
Y.T.-Edebiyat
Ortamı Yıllığına kadar, yıllıklar genellikle belli bir çetenin ya da kendi şiir
anlayışını kabul ettirmek isteyen grupların çıkardığı ve oldukça taraflı
seçkiler şeklindeydi. Oysa sizin böyle bir amacınız yok. Bu açıdan biraz da
sahipsiz sayılırsınız. Mümin bir adamın inanmış eli var sadece yıllığın
üzerinde. Her ne kadar lirizmin kalesi bir yıllık şeklinde anılsa da yıllık,
lirizm bize atadan deden kalma bir şey.
M.A.-Sanırım sorunun bir
kısmını az önce cevaplamış olduk.
Sahipsiz değilim. Sizin
ifadenizle “mümin bir adamın inanmış eli” varsa, orası en kalabalık yerdir. Bir
gün gelir, herkes dönüp size bakmak mecburiyetinde kalır. İnsanı, emeği ve
inancı taşır. Gideceği yere onlar götürür.
Bizim hazırladığımız
yıllığı, sizin ifadenizle söyleyecek olursak “lirizmin kalesi bir yıllık”
olarak yorumlamak doğru olmaz diye düşünüyorum. Çünkü böyle bir amaç güdüyor
değilim. Benim bir şiir anlayışım ve görgüm var, oradan hareket ediyorum.
Eksiklerim, hatalarım olmuş olabilir, okurun affına sığınırım. Kimseye karşı
bir iddiam yok; hayatını “karşı çıkış” üzerinden kuran bir insan değilim çünkü.
Ahmet Hamdi Tanpınar “İnsan, insanın ufkudur” der. Ben, kendime yeni ufuklar
bulma uğraşısındayım.
Lirizm, bizim
geleceğimizdir. Yahya Kemal’in tanımlamasından yola çıkarsak, “AŞK” tek mutlak
gelecektir. İnsan kendini tam olarak ancak aşkta görebilir. Diğer bütün
görünümler eksik görünümlerdir; aldatıcı ve geçicidir. Bize en sahih haberleri
aşk beyi getirir ve bizi kimsenin merhametine bırakmaz.
Y.T.- Lirizm
metafizikle kurulur, metafizik damar kurutulunca ister istemez lirizm de
kurudu. Lirizme diğer darbe de imgeden geldi. İmge eşittir metafizik gibi
okundu ya da ikisi arasında bir karmaşa yaşandı. Oysa Sezai Karakoç’un imgeden ziyade
metafiziğe vurgu yapması bu farka dikkat çekmek içindi. Akabinde imge
dışlanırken, metafizik de dışlandı. Bu hareketin son vardığı nokta ise
medeniyet bilincini al aşağı etme
isteğiydi.
M.A.- İmge, zihinde imajlar
oluşturmanın bir formudur. Önemli olan bunun nasıl bir içerikle yapıldığıdır.
İmge, esas olarak şiirimizde İkinci Yeni ile gündeme geldi. Daha öncesinde
oturduğu bir yer yoktu. İkinci Yeni, imgeyi yerine “oturtu”.
Sezai Karakoç’un
metafizik argümanları, arifane bir duyuşun ve bilgece bir kavrayışın
yansımalarıdır. Türkiye’nin idrak kapanışı yaşadığı bir dönemde esas olana
vurgu yaptı ve ilahi geleneği gündeme taşımaya çalıştı. Şiirde kaybedilmiş olan
mutlak değerlerin ve mutlak duyuşun duyguların gerçek özü olduğunu yeniden
hatırlatmaya çalıştı. Cahit Zarifoğlu’nun güzel bir ifadesi var, şöyle der: “Her
fikrin karşılığı bir duygu vardır.” Bu anlamda söylüyorum. Metafiziğini
kaybetmiş şiir, kemikleri olmayan bir insan gibidir.
Y.T.-Bazı
şairler vardır, sizi tercihe zorlarlar. Yani ya beni sev ya diğerini, der.
Bizim şiirimizde de bu alışkanlık çoğu zaman önemli bir yer tutar. Mesela Sezai
Karakoç şiirini seven bir okuyucu İsmet Özel’i sevemez. Bunu ayıp görmemek
lazım. İnsanın doğasından kaynaklanan bir durum mu bu? Yıllıklarda da benzeri
bir durum vardır mesela.
M.A.-Galiba en güzeli, araya
mesafe koyarak bakmaktır. Yakınlaştığımız kişiler önümüzü kapatabilir;
uzaklaştığımız kişileri de seçmekte ve tanımakta zorlanabiliriz. Normal ve
yeterli mesafeden bakarak vereceğimiz kararın da arkasında durmamız gerekir.
Sevdiğimiz şairler olduğu gibi sevmediğimiz şairler de olabilir. Bazen
duygularımız tercihlerimizi belirler. İnsan, değişken bir varlık. Nefretle
hayranlık arasında gider gelir. Bir noktada durduğu olursa eğer, o noktaya
bakmak lazım. İnsan, en fazla eğleştiği noktanın değerine göre değer alır.
Yıllık hazırlayanların önündeki en büyük tehlikelerden biri, duygularına
kapılma tehlikesidir. Ne ki, hepimiz insanız işte. Beşer, şaşar. Ben şahsen duygu
kapılmalarına düşmemek için dua ediyorum.
(Yedi İklim dergisi/Mayıs 2013)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder