Sanat derken neyi kastettiğimizi
anlatalım önce. Şiir, Mimari, Resim, Müzik, Edebiyat, Tiyatro vs. Bunların
tamamı, ilim ve irfan sahibi sanatçıların hayatlarını uğruna feda ettikleri, kafa
patlattıkları, bir ilham anını yakalamak için fikretme ve okuma serüveni içinde
zihni ve kalbi sıkıntılarla boğuştukları, dikkat damarlarının ucunu ateşle
yaktıkları uzun ve acı dolu zamanlar sonucunda meydana gelmektedir. Burada bir
kişisel acıdan bahsettiğimiz sanılmasın. Mesele bir kişinin acı çekmiş olması
meselesi değil. Bir kişinin sanat uğruna verdiği şahsi bir sıkıntıdan
bahsetmiyoruz. Bir gezegenin insanlığı aydınlatmak için sürekli yanışından ve
kendi ateşini kendi öz varlığından alarak parlayış ve aydınlatışından
bahsediyoruz. Sanatçı, toplumun bütün nüveleriyle bir kişide simgeleşerek
şahsiyet kazanmış halidir. Daha da ileri giderek diyebiliriz ki sanatçı, hakikatin
bir şahsiyet halinde tezahür etmiş portresidir. Buradan bakarak anlamaya çalıştığımızda
belki de sanatçının kimliğine ilişkin sağlam bir yoruma ulaşmış oluruz. O, her
büyük ve değerli hadise gibi o hadiseye muhatap olan insanlara bir lütuf, bir
merhamet, bir diriliş kanalıdır. Büyük sanat, bir irfan manivelasıdır. Büyük
sanatçı da bu manivelanın döndürücüsü. Ruhumuza takılmış bu manivela, bize
kendi gerçek portremizi gösterecek güçten pay almıştır.
Gerçek sanatçı, kimsenin yanında
ya da uzağında değildir. O hep yanı başımızda, o hep ilham anına odaklanmış
olduğu için bazen bizi umursamaz durumda, o hep istemelerden ve almalardan
ötede, boğulacak kadar yalnız, herkesin ruhuna bir ferahlık katmak için insanla
ve insanlıkla meşgul.
Esas olarak büyük sanatçı, siyasetçi ile alış verişe girmez. Onunla bir hesabı yoktur. Siyasetin yakıcı kıvrımlarından ve karanlık dehlizlerinden uzak durur. Onun siyaseti, insanın varoluş kaideleri üzerinedir. Siyasetin de üstünde bir zaman ve mekan tasavvuruna sahiptir. İranlı Şair Sadi-i Şirazi siyasete bulaşmak istemez. Ne var ki etrafındakiler onu rahat bırakmazlar. Özellikle zamanın padişahı, Sadi'nin yanı başında bulunması için onun gönlünü fethetmeye çalışır ve bunu da başarır. Yani esas olan durum, sanatçının siyasetçiye yakın durması değil, siyasetçinin sanatçının gönlünü fethetmek için uğraş vermesi, mücadele etmesidir. Sadi'nin zamanından günümüze insanın yapısında bir değişme olmuş değil. Toplumların yapısında da pek bir değişme olduğu söylenemez. O halde, siyasetçi ile sanatçı arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğine ilişkin sorunun cevabını, verdiğimiz örnek izah ediyor olmalı.
Siyasetçi gücü temsil eder.
Sanatçı ise irfanı temsil eder. İrfanın güce ihtiyacı yoktur. Ama güç, irfanla
süslenir, dinginleşir, adalete ve ferasete meyilli hale gelir.
Sanatçının, siyasetçiye uzak
duruşundan siyasetçinin alınmaması gerekir. Aksine bunun bir sanatçı için
zorunlu olduğunu kabul etmelidir. Ama kendisi sanatçıya ulaşmak, onun sanatını
gerçekleştirmesi için gereken imkanı sağlamak ve onun gönlünü fethetmekle
uğraşmak zorundadır. Bu gerçeği bize sadece tarih söylemiyor, hakikat her an
bunu sesleniyor, dile getiriyor.
Sanatçı, sanatının gerekleri için
başka şeylere umursamazlık içinde olabilir, buna hakkı vardır. Hatta kimi zaman
buna zorunludur. Oysa siyasetçi, her şeyi umursamakla, her şeyden sorumlu olduğunu
bilmekle ödevlidir.
Bugünün siyasetçisi sanatı ve
sanatçıyı gerektiği gibi anlamak ve onun aslında kendisinin en büyük yardımcısı
olduğunu bilmek ve bunun için çaba göstermekle mükelleftir.
(kanalahaber.com adresinde yayınlanmıştır)
(kanalahaber.com adresinde yayınlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder