19 Şubat 2013 Salı

HERKES EFSANESİ KADAR VAR


 Annemerie Schimmel’in “Hallac efsanesini bu kadar canlı tutan, belki de onun bu tahrik edici karakteridir.” tespitinden yola çıkarak “Tahrik Edici Karakter” üzerinde durmuştuk. Ama bu cümle bizi “efsane” üzerine düşünmeye de zorladı.
Yukarıdaki cümle Annemerie Schimmel’in Hallac adlı kitabında geçiyor (Pan,2011). Hallac-ı Mansur üzerine yazılmış önemli bir kitap.
Schimmel, ‘Hallac efsanesi’ derken, bir anlamda Hallac gerçeğinin ortadan kalktığı, yanlış anlaşıldığı imasında bulunuyor. ‘Efsane’ kavramına olumsuz bir nitelik atfediyor yani. Efsaneleşmiş olmakla Hallac’ın karakterinin ve varoluş biçiminin zemininin kaydırıldığını, gerçeğinden uzaklaştırıldığını vurgulamak istiyor. Burada şu soru akla geliyor: Efsane, gerçeği örten, ortadan kaldıran, hadi daha ileri gidelim, soysuzlaştıran bir şey midir? Yoksa “efsane oluş”tan başka bir şey anlamak da mümkün müdür?

Efsane, bir bakıma masaldır. Hayâldir. Soramadıklarımızın, ya da sorup da cevap alamadıklarımızın bir ipucuna eklemlenmesidir.  Ama kendine özgü bir formatı vardır. Kendi içerisinde mantık silsilesi de takip eder. Çünkü kendi bütünlüğünü tamamlamamış, öncekinin yerine yerleştirdiği yeni gerçekliği bir mantıksal çerçeve içine oturtmamış efsane, zaman karşısında yeterli bir dayanağa sahip olamayabilir. Efsane, aslında, zamanla savaşın bir sonucu olarak doğar ve geleceğe hükmetme kaygısı ve iddiası taşır. Efsane, gerçeğin yapısını yumuşatır ve esnetir. Bu haliyle o, bütün zamanlara meydan okuma iddiasıdır bir bakıma.
Her olay, her durum, her kişi efsane olmaya yatkın olmaz. Efsane oluşun gerisinde ya da efsanenin başlangıcında büyük bir yankı vardır. Bu yankı çoğala çoğala birikir ve kendine özgü bir format kazanır. Kendi yankısını oluşturamamış hiçbir kişi ya da durum durduk yerde bedavadan bir yankı bulmaz. Efsane, sirayet etmiş olanın sürekli dalgalanmasıdır. Hallac’ın yapıp etmelerinin bir efsaneye dönüşmesi, gerek inkar edenler/karşı çıkanlar açısından, gerekse dostları açısından (İmam Şiblî örneğinde olduğu gibi) genelgeçer olanın bozulmasıyla mümkün olmuştur. Gerçeklik yeni bir boyut kazanmıştır. Vasat, kırılmıştır.
Efsane, sanıldığının aksine, gerçeğin imhası ya da büsbütün dağıtılması anlamına gelmez. Aksine, gerçeği, esnek bir zırhla örterek ileriye doğru taşır. Tabii, gerçeği örttüğü durumlar da olabilir. Ama esas itibariyle efsane, gerçeği yumuşatır, esnek hale getirir ve daha önemlisi, gerçeğin bu halini kendi genişliği içerisinde saklar ve taşır. Gerçek, efsanenin içine parçacıklar halinde dağılarak görünmezleşir. Görünmezleşir ama kaybolmaz. Efsane, gerçeğin görünen biçimi halinde bulutsu bir şekilde boşluktan boşluğa yürür durur. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi; gerçek, bulunduğu hal itibariyle katı ve fazlaca ağırdır. İkincisi; gerçek, kendi bütünlüğünü tastamam bir şekilde zihne aktaramaz/aktaramayabilir. Ya da zihinle kurduğu ilişkisini ve zihinle birlikteliğini, zihnin soyut yapısına uyum sağlayarak gerçekleştirebilir ancak.
Öte yandan efsane, gerçeğin daha çok sözel olarak taşınmasıdır. Her zihin, muhatap olduğu söze yeni eklemeler ya da eksiltmeler yapma eğilimindedir. Çünkü kendi kişiliğini, özgünlüğünü ilişkide bulunduğu her duruma yansıtmayı, aksettirmeyi arzu eder. Böyle olunca da söz-zihin-söz bağlamında her gerçek yeni bir şekil alarak intikal sürecini devam ettirir. Özündeki gerçeği kaybeden efsane, bir anlamda saçmaya yaklaşacağı için aktarım gücünü de zamanla kaybedebilir.
Schimmel’in verdiği örneklere dönecek olursak, Hallac’ın efsaneleşmiş hali hiç de yabana atılacak bir hal değildir. O örnekler şunlardır: “Hallac, cezbe anında kolaylıkla yanlış anlaşılabilecek sözler ve mısralar söylerdi”. “Bağdat pazarlarını gezerken anlaşılması güç ifadelerle kendini öldürtmeye çağırması, mutaassıp Müslümanları şaşırtan sözleri, haykırışları, yüksek sesle ağlamaları ve uluorta gülmeleriyle halkı dehşete düşürmesi Hallac’ın farklı vecheleri olarak rivayet olunur.” Bunlar, belki de onun gerçeğini, bize daha saf ve daha lirik bir şekilde taşımıştır diyebiliriz.
Geniş kitlelerin zihni, abartmayı sever ya da abartmaya yatkındır. Gerçeğin somut haliyle yetinmekten pek hoşlanmaz. Onu, yeni, esnek ve abartılı formatı içinde daha hızlı kabullenir ve kendi efsanesinin bir parçası haline getirir.
Efsane, gerçeğin sıkıcı tabiatından bir an olsun kurtulmanın arayışıdır bir bakıma. Masalın dünyasından çocukluğuyla çıkan yetişkin, efsanenin kollarında nefes almaktan hoşlanır. Çünkü insan, aslında, kendi efsanesini arzular ve hedefler. Onu bulamadığı yerlerde, değer verdiği durumların/kişilerin efsanelerinde nefeslenir.

Mustafa Aydoğan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder