Annemerie Schimmel’in “Hallac efsanesini bu kadar canlı tutan, belki
de onun bu tahrik edici karakteridir.” tespitinden yola çıkarak “Tahrik Edici
Karakter” üzerinde durmuştuk. Ama bu cümle bizi “efsane” üzerine düşünmeye de
zorladı.
Yukarıdaki
cümle Annemerie Schimmel’in Hallac
adlı kitabında geçiyor (Pan,2011). Hallac-ı Mansur üzerine yazılmış önemli bir
kitap.
Schimmel,
‘Hallac efsanesi’ derken, bir anlamda Hallac gerçeğinin ortadan kalktığı,
yanlış anlaşıldığı imasında bulunuyor. ‘Efsane’ kavramına olumsuz bir nitelik
atfediyor yani. Efsaneleşmiş olmakla Hallac’ın karakterinin ve varoluş
biçiminin zemininin kaydırıldığını, gerçeğinden uzaklaştırıldığını vurgulamak
istiyor. Burada şu soru akla geliyor: Efsane, gerçeği örten, ortadan kaldıran,
hadi daha ileri gidelim, soysuzlaştıran bir şey midir? Yoksa “efsane oluş”tan
başka bir şey anlamak da mümkün müdür?
Efsane, bir bakıma masaldır. Hayâldir. Soramadıklarımızın, ya da sorup da cevap alamadıklarımızın bir ipucuna eklemlenmesidir. Ama kendine özgü bir formatı vardır. Kendi içerisinde mantık silsilesi de takip eder. Çünkü kendi bütünlüğünü tamamlamamış, öncekinin yerine yerleştirdiği yeni gerçekliği bir mantıksal çerçeve içine oturtmamış efsane, zaman karşısında yeterli bir dayanağa sahip olamayabilir. Efsane, aslında, zamanla savaşın bir sonucu olarak doğar ve geleceğe hükmetme kaygısı ve iddiası taşır. Efsane, gerçeğin yapısını yumuşatır ve esnetir. Bu haliyle o, bütün zamanlara meydan okuma iddiasıdır bir bakıma.
Her
olay, her durum, her kişi efsane olmaya yatkın olmaz. Efsane oluşun gerisinde
ya da efsanenin başlangıcında büyük bir yankı vardır. Bu yankı çoğala çoğala
birikir ve kendine özgü bir format kazanır. Kendi yankısını oluşturamamış
hiçbir kişi ya da durum durduk yerde bedavadan bir yankı bulmaz. Efsane,
sirayet etmiş olanın sürekli dalgalanmasıdır. Hallac’ın yapıp etmelerinin bir
efsaneye dönüşmesi, gerek inkar edenler/karşı çıkanlar açısından, gerekse
dostları açısından (İmam Şiblî örneğinde olduğu gibi) genelgeçer olanın
bozulmasıyla mümkün olmuştur. Gerçeklik yeni bir boyut kazanmıştır. Vasat,
kırılmıştır.
Efsane,
sanıldığının aksine, gerçeğin imhası ya da büsbütün dağıtılması anlamına
gelmez. Aksine, gerçeği, esnek bir zırhla örterek ileriye doğru taşır. Tabii,
gerçeği örttüğü durumlar da olabilir. Ama esas itibariyle efsane, gerçeği
yumuşatır, esnek hale getirir ve daha önemlisi, gerçeğin bu halini kendi
genişliği içerisinde saklar ve taşır. Gerçek, efsanenin içine parçacıklar
halinde dağılarak görünmezleşir. Görünmezleşir ama kaybolmaz. Efsane, gerçeğin
görünen biçimi halinde bulutsu bir şekilde boşluktan boşluğa yürür durur. Bunun
iki nedeni vardır: Birincisi; gerçek, bulunduğu hal itibariyle katı ve fazlaca
ağırdır. İkincisi; gerçek, kendi bütünlüğünü tastamam bir şekilde zihne
aktaramaz/aktaramayabilir. Ya da zihinle kurduğu ilişkisini ve zihinle
birlikteliğini, zihnin soyut yapısına uyum sağlayarak gerçekleştirebilir ancak.
Öte
yandan efsane, gerçeğin daha çok sözel olarak taşınmasıdır. Her zihin, muhatap
olduğu söze yeni eklemeler ya da eksiltmeler yapma eğilimindedir. Çünkü kendi
kişiliğini, özgünlüğünü ilişkide bulunduğu her duruma yansıtmayı, aksettirmeyi
arzu eder. Böyle olunca da söz-zihin-söz bağlamında her gerçek yeni bir şekil
alarak intikal sürecini devam ettirir. Özündeki gerçeği kaybeden efsane, bir
anlamda saçmaya yaklaşacağı için aktarım gücünü de zamanla kaybedebilir.
Schimmel’in
verdiği örneklere dönecek olursak, Hallac’ın efsaneleşmiş hali hiç de yabana
atılacak bir hal değildir. O örnekler şunlardır: “Hallac, cezbe anında
kolaylıkla yanlış anlaşılabilecek sözler ve mısralar söylerdi”. “Bağdat
pazarlarını gezerken anlaşılması güç ifadelerle kendini öldürtmeye çağırması,
mutaassıp Müslümanları şaşırtan sözleri, haykırışları, yüksek sesle ağlamaları
ve uluorta gülmeleriyle halkı dehşete düşürmesi Hallac’ın farklı vecheleri
olarak rivayet olunur.” Bunlar, belki de onun gerçeğini, bize daha saf ve daha
lirik bir şekilde taşımıştır diyebiliriz.
Geniş
kitlelerin zihni, abartmayı sever ya da abartmaya yatkındır. Gerçeğin somut
haliyle yetinmekten pek hoşlanmaz. Onu, yeni, esnek ve abartılı formatı içinde
daha hızlı kabullenir ve kendi efsanesinin bir parçası haline getirir.
Efsane,
gerçeğin sıkıcı tabiatından bir an olsun kurtulmanın arayışıdır bir bakıma.
Masalın dünyasından çocukluğuyla çıkan yetişkin, efsanenin kollarında nefes
almaktan hoşlanır. Çünkü insan, aslında, kendi efsanesini arzular ve hedefler.
Onu bulamadığı yerlerde, değer verdiği durumların/kişilerin efsanelerinde
nefeslenir.
Mustafa Aydoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder