12 Haziran 2014 Perşembe

YUNUS EMRE, AŞK VE HİKMET/ M.A.

İşidin ey yârenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül misal-i taşa benzer

Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer

Ol sultan kapusunda ol hazret tapusunda
Âşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer

Aynı hırs ol olmuşdur nefsine ol kalmışdır
Kendüye düşmân olmuş yavuz yoldaşa benzer

Aşkdır kudret körüğü kaynadır âşıkları
Nice kapdan geçirir andan gümüşe benzer

Âşık gönlü dölenmez mâşûkın bulmayınca
Karârı yok dünyâda pervâzı kuşa benzer

Münkir sözünü bilmez sözü ileri varmaz
Neye teşbîh edersin anlanmaz düşe benzer

Geç Yûnus endîşeden ne gerek bu pîşeden
Ere aşk gerek önden andan dervîşe benzer


Yunus Emre, 13. yüzyılda yaşamış. Mevlânâ Celaleddin Rûmi'nin çağdaşı. Selçuklu Devletinin mirasçısı. Osmanlı Devletinin habercisi. Bir karmaşa ve kargaşa döneminin ulu sesi. İç mimar. İslam milletinin iç dünyasına seslenecek bir megafon aralığı bulmanın zorunlu olduğu, geniş millet gövdesinin yara almaya başladığı bir zamanda insanın ruhuna dokunacak tınıyı bulmaya çalışmış. Bu arayış, zihinsel bir arayış olmaktan çok yüzlerce yıl ileriye seslenecek bir gönül yolu arayışıdır. Elbette bir plan ve program çerçevesinde olmamış bu. Yunus Emre'nin yapılışı ve dirilişi şeklinde gerçekleşmiş. Bir insanı dirilten nasıl ki bütün insanlığı diriltirse, kendi nefsini düzelten de bir sembol halinde bütün insanlığı düzeltir ve onarır.
Yunus Emre'nin kendi beşeriyetini yapış ve onarış aracı olarak gördüğü ya da bulduğu şeyi ifade edecek tek kelime "aşk"tır diyebiliriz. Bunu, şiirlerini okuduğumuzda çok berrak bir şekilde görüyoruz. Bazı yönleriyle efsaneleşmiş olan hayat öyküsü de bize onun "ete kemiğe bürünüp yunus diye göründüğünü"  anlatmaktadır. İşte bu görüntüyü inşa eden ruh iklimi aşk iklimidir. Bu iklim, insanın kendini taşıyabileceği en yüksek merdiven basamağıdır. Aşk, insanın macerasını asli hüviyetine kavuşturacak ve onu kemale erdirecek nihai idrak noktasıdır.

Yunus, hem mirasçısı olduğu medeniyetin hem de habercisi olduğu medeniyetin iç nizamını kuracak ana unsuru bir mimar inceliğiyle onarmaya ve inşa etmeye çalışmıştır. "Aşksız âdem hayvan olur" deyişi onun insanın yapısında ana unsur olarak gördüğü şeyi ifade etmektedir. Bu aşk, metafizik bir diriliş sûrudur. İlahi sesin içinde yankılandığı büyük duygu ve iman hâlidir.  
*
Yunus Emre, yukarıya aldığımız şiirinde, demek istediği ne varsa hepsini söylemiş gibidir. Hayatını ören örümceğin bütün gelgitleri, nefesleri, dikkatleri, duruşları, yaratılışının gerekleri bu şiirin gerisinde bir fotoğraf oluşturuyor. Varlığın cismi söze dönüşmüş, kelimeye akmış, Yunus'a ulaşmış ve bir şiir olarak bu şekilde doğmuş sanki.
Aşk'tan bahsediyor Yunus. Âşığın hallerini anlatıyor. Aşk gide gide bir derviş kisvesine bürünüyor. Aşk'tan bir derviş doğuyor. Derviş, insanın "müslüman hâli".
Bu şiirde sözün gücü, inanışın ve samimiyetin gücünden geliyor. Sadece buradan da değil, dahası ve ötesi var; şiirin bir kelime ve anlam olarak inşasında da yüksek bir yeteneğin görkemli parlayışını görüyoruz. Yunus Emre, kelimeden bir şiir kulesi inşa ediyor. Bin yıllık bir kule. Kendinden sonra gelecek her şairin kendi yeteneği ölçüsünce çıkabileceği, şiirin ve kelimenin diriliğini görebileceği bir yapı ve yapılış zirvesi.
Benim kanaatim o ki, Yunus Emre, şiiri bir iç sürecin etkisiyle, salt bir manevi saikle söylemiyor; şiirdeki yapı sorununu çözmüş, inceliğini kavramış ve bunun her türlü bilgisine vakıf olmuş bir şair olarak çıkıyor karşımıza. Bugünün ifadesiyle söyleyecek olursak, güçlü bir poetikası var. Hem poetik zekası ve kavrayışı itibariyle hem de dil'in söyleyiş inceliklerine derinlemesine nüfuz etmiş olmasıyla derin bir şiir bilgisine sahip. Aksi takdirde, tasavvufi ifadeyle seyr-i sülûkunu tamamlamış her irfan sahibinin yapı ve teknik itibariyle aynı yükseklikte şiirler söyleyebileceğini kabul etmemiz gerekir ki bu, gerçeği pek yansıtmaz diye düşünüyorum. Bu şiirde her kelime bir anlam silsilesine ve her mısra ve beyit bir yapı sağlamlığına sahip. Öte yandan, her kelimenin müziksel bir duruşu ve konumu var. Kelimeler, mısra ve beyit içinde en şık durabilecekleri yerlerde, en tatlı anlamlarıyla yer alıyorlar.
İnsan sözü içerisinde en sanatsal olanı elbette ki şiirdir. İnsanın söyleyebileceği nihai söyleyiş noktasıdır o. İnsan sözü, şiirin kaidesine oturduğunda göklerin zirvesine en yakın yere oturmuş olur. Onunla, efsane bile derlenip toparlanarak bir hakikatin içinde sükunet bulmaya çalışır. Efsane ki, insan zekasının icat ettiği en belirsiz, en kaygan, en hakim olunamaz buutlara ve boyutlara sahip hayal formudur. Bir tür kontrol edilemez soyutlama patlayışıdır. Efsane ile, soyutun imkanları şekilden şekle girer. Bilinebilir olana topyekun hakim olma tutkusuyla insan efsaneyi  avuçları içine almaya çalışır. Çoğunun taşması pahasına... Zaten 'bilinebilir olan', sürekli 'taşma' halinde olandır. Çünkü insanın 'kabı', bilinebilir olana oranla son derece dardır. İnsan, bildiğinden çok, bilme imkanının dışına 'taşan' devasa ve tanımlanamaz büyüklüğün 'taşma' coşkusuna kulak verdiği, dikkat kesildiği yerde Yunus'un "aşk" dediği coşkunluk ve aşkınlık hali vücuda geliyor olmalı. İnsana ulaşan her bilgi "yapar ve onarır". Bilinebilir olanın kavranamaz genişliği ise yankıyarak ve taşırarak "coşturur". Bu nokta cezbe noktası olmalı. Yani, bilinebilir olanın kavranamaz genişliğine dokunma anları...
*
Bu şiirin anlam dünyasında yapacağımız basit bir gezinti bile Yunus Emre'nin amacını ve yüksek yeteneğini daha iyi anlamamızı ve görmemizi sağlayacaktır.
Ses, dostlara doğrudur. Söz de öyle. Anlam ve ahengin en gerçek mekanı seven ile sevilenin kalbidir. Söz orada sükuna erer, orada karşılığını bulmuş olmanın derin huzurunu duyar. Anlam da, dosttan dosta doğrudur. En doğru akış yönü bu minval üzeredir. Şiire  "işitin ey yârenler" diye başlanmış olmasının nedeni bu olsa gerek. Yunus, kendi hâline en yakın olanlara, bu halden anlayacak olanlara, bu halin kıymetini ve anlamını bilebilecek olanlara sesleniyor :"Aşk bir güneşe benzer". Güneş, nurdur. Nur'u temsil eder. Merkezdir. Kabul etmek gerekir ki, şiirin dili, mecazın dilidir. Yunus da her şair gibi mecazdan yola çıkıyor.
Aşk, sarmaşıktır. Sarar ve kaplar. Sürekli uzayış ve sarış halindedir. Taş ise, katılaşma ve kendi sınırları içinde kalmaya mahkum oluştur. Hiçbir şekilde genişleme imkanına sahip değildir. Olduğu gibi kalır. Soğuktur. 
Çavuş, Venüs gezegenidir. Gökbilimine göre, Venüs yıldızı güneşe en yakın ikinci yıldızdır. Konumu gereği, sadece güneş doğmadan önce veya battıktan sonra görülebilir. Görülebildiği zamanlarda, gökyüzündeki en parlak cisim olarak dikkat çeker.
Şiirde bahsedilen portre bir derviş portresidir. Çoban yıldızının dervişi temsil ettiğini söyleyebiliriz. Bu yıldızın kendisinden önde ve önce başka bir portre daha vardır. O portre dervişin portresinden daha aydınlıktır çünkü güneşe daha yakındır. Derviş, şeyhinin gölgesinde ve güneşe bir adım uzaktadır. O ancak kendine verilen izin gereğince görünür ama göründüğü anlarda diğer insanlardan farklı bir parlaklığa ve aydınlığa sahip olarak ortaya çıkar. En parlak olandır o, çünkü nurdan en fazla pay almış olandır.
Bu şiirde bana en ilginç gelen benzetmelerden biri "kudret körüğü" benzetmesidir. Âşıkları kaynatan bir körüktür o.
Hayret ve hayranlık penceresinden görülen bütün görüntüler neşe halindedir ve buna şahit olan kalp de onlarla birlikte neşeye dahil olur. 'Neşe' derken kast ettiğim şey, elbette ki 'ilahi coşku'dur. Sevmek, nihayetinde insan gönlünde huzura ve cıvıltıya yol açıyor olmalı. Zahmet ve güçlükler, sevginin hakim olmasıyla birlikte ya görünmezleşir ya da yok olurlar. Geriye ise, sevgilinin kendisi kalır. İnsan-ı Kamil'i belki de kalbinde sadece sevgilinin yer bulabildiği insan olarak tanımlayabiliriz. Allah, yaratışı sevgi içerisinde gerçekleştirir. Allah'ın sevmesi yaratılmış olan her şeyde her an mevcuttur. Bu sevgiyi gören ya da hisseden ondan nasiplenme, onunla bütünleşme arzusu duyar. Bu da işte bu arzu sahiplerini sürekli "kaynatır". Kudret, aşkın kaynağıdır.
Tabii, buradaki amacımız şiiri mısra mısra açıklamak değil. Şiirin gerisindeki fotoğrafı anlamak istiyoruz.
Yunus Emre'nin hangi şiirini ele alırsak alalım temel duygu durumunun 'aşk' olduğunu görüyoruz. Her şiiri aşk'tan bahsediyor. Bu şiiri de öyle. Ama bu, Yunus Emre'nin bir 'âşık ozan' olarak tanımlanmasına sebep teşkil etmemeli. Yunus Emre'nin aşktan söz etmesi, dervişin hallerinden söz etmesidir. Âşıktan kasıt, derviştir. Dervişten kasıt ise İnsan-ı Kamil'dir. İnsan-ı Kamil ise, her haliyle Allah'ı hatırlatan berrak bir ruh ve katıksız bir iman örneği olan kişidir.
*
Yunus Emre'nin şiirleri yüzlerce yıldır etkisini devam ettirmektedir. Onun şiirleri, bugün bile dönüp okuma ihtiyacı hissettiğimiz şiirlerdir. Bu şiirler, katmanlı anlamlara sahip olmakla, kendisine yaklaşan her akla çapına göre bir cevap alanı oluşturur. Yunus Emre'nin şiirsel dehası, insanı her seviyede yakalar. Basitleştirerek, sadeleştirerek ulaşır insana.  
Böyle olmakla birlikte, Yunus Emre'nin şiirlerinin etkisini ve yankısını en çok tasavvuf ehlinin şiirlerinde buluruz. Diyebiliriz ki onun kadar tasavvuf ehlini etkilemiş başka şair yoktur. Onun şiirleri yedi yüz yıldır arifleri ve kamil insanları etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Kendinden sonra şiir yazan bir çok tasavvuf ehli Yunus Emre'den ilham almış ve sözün dokusunu onun ördüğü formda ve mahiyette örmeye çalışmıştır. Denebilir ki Yunus Emre şiirleri olmasaydı, tasavvufi şiirlerin bir çoğu kendine başka bir gelenek bulmak zorunda kalırdı. Ne var ki her ne kadar öz itibariyle Yunus'tan etkilenmiş olsalar da hiç bir mutasavvıf şair Yunus'un şiirdeki gücüne erişememiştir. Hem teknik hem de poetik anlamda Yunus hâlâ 'biricik' olma özelliğini devam ettirmektedir. Onun şiiri, dilin ve dinin özünü manzum bir forma kavuşturmuştur.

                                                                                                                   14.03.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder