İşidin ey
yârenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan
gönül misal-i taşa benzer
Taş gönülde
ne biter dilinde ağu tüter
Nice yumuşak
söylese sözü savaşa benzer
Ol sultan
kapusunda ol hazret tapusunda
Âşıkların
yıldızı her dem çavuşa benzer
Aynı hırs ol
olmuşdur nefsine ol kalmışdır
Kendüye
düşmân olmuş yavuz yoldaşa benzer
Aşkdır kudret
körüğü kaynadır âşıkları
Nice kapdan
geçirir andan gümüşe benzer
Âşık gönlü
dölenmez mâşûkın bulmayınca
Karârı yok
dünyâda pervâzı kuşa benzer
Münkir sözünü
bilmez sözü ileri varmaz
Neye teşbîh
edersin anlanmaz düşe benzer
Geç Yûnus
endîşeden ne gerek bu pîşeden
Ere aşk gerek
önden andan dervîşe benzer
Yunus Emre, 13. yüzyılda
yaşamış. Mevlânâ Celaleddin Rûmi'nin çağdaşı. Selçuklu Devletinin mirasçısı.
Osmanlı Devletinin habercisi. Bir karmaşa ve kargaşa döneminin ulu sesi. İç
mimar. İslam milletinin iç dünyasına seslenecek bir megafon aralığı bulmanın
zorunlu olduğu, geniş millet gövdesinin yara almaya başladığı bir zamanda insanın
ruhuna dokunacak tınıyı bulmaya çalışmış. Bu arayış, zihinsel bir arayış
olmaktan çok yüzlerce yıl ileriye seslenecek bir gönül yolu arayışıdır. Elbette
bir plan ve program çerçevesinde olmamış bu. Yunus Emre'nin yapılışı ve
dirilişi şeklinde gerçekleşmiş. Bir insanı dirilten nasıl ki bütün insanlığı
diriltirse, kendi nefsini düzelten de bir sembol halinde bütün insanlığı
düzeltir ve onarır.
Yunus Emre'nin kendi
beşeriyetini yapış ve onarış aracı olarak gördüğü ya da bulduğu şeyi ifade
edecek tek kelime "aşk"tır diyebiliriz. Bunu, şiirlerini okuduğumuzda
çok berrak bir şekilde görüyoruz. Bazı yönleriyle efsaneleşmiş olan hayat
öyküsü de bize onun "ete kemiğe bürünüp yunus diye göründüğünü" anlatmaktadır. İşte bu görüntüyü inşa eden
ruh iklimi aşk iklimidir. Bu iklim, insanın kendini taşıyabileceği en yüksek
merdiven basamağıdır. Aşk, insanın macerasını asli hüviyetine kavuşturacak ve
onu kemale erdirecek nihai idrak noktasıdır.
Yunus, hem mirasçısı olduğu medeniyetin hem de habercisi olduğu medeniyetin iç nizamını kuracak ana unsuru bir mimar inceliğiyle onarmaya ve inşa etmeye çalışmıştır. "Aşksız âdem hayvan olur" deyişi onun insanın yapısında ana unsur olarak gördüğü şeyi ifade etmektedir. Bu aşk, metafizik bir diriliş sûrudur. İlahi sesin içinde yankılandığı büyük duygu ve iman hâlidir.
*
Yunus Emre, yukarıya aldığımız
şiirinde, demek istediği ne varsa hepsini söylemiş gibidir. Hayatını ören
örümceğin bütün gelgitleri, nefesleri, dikkatleri, duruşları, yaratılışının
gerekleri bu şiirin gerisinde bir fotoğraf oluşturuyor. Varlığın cismi söze
dönüşmüş, kelimeye akmış, Yunus'a ulaşmış ve bir şiir olarak bu şekilde doğmuş
sanki.
Aşk'tan bahsediyor Yunus.
Âşığın hallerini anlatıyor. Aşk gide gide bir derviş kisvesine bürünüyor.
Aşk'tan bir derviş doğuyor. Derviş, insanın "müslüman hâli".
Bu şiirde sözün gücü, inanışın
ve samimiyetin gücünden geliyor. Sadece buradan da değil, dahası ve ötesi var;
şiirin bir kelime ve anlam olarak inşasında da yüksek bir yeteneğin görkemli
parlayışını görüyoruz. Yunus Emre, kelimeden bir şiir kulesi inşa ediyor. Bin
yıllık bir kule. Kendinden sonra gelecek her şairin kendi yeteneği ölçüsünce
çıkabileceği, şiirin ve kelimenin diriliğini görebileceği bir yapı ve yapılış
zirvesi.
Benim kanaatim o ki, Yunus
Emre, şiiri bir iç sürecin etkisiyle, salt bir manevi saikle söylemiyor;
şiirdeki yapı sorununu çözmüş, inceliğini kavramış ve bunun her türlü bilgisine
vakıf olmuş bir şair olarak çıkıyor karşımıza. Bugünün ifadesiyle söyleyecek
olursak, güçlü bir poetikası var. Hem poetik zekası ve kavrayışı itibariyle hem
de dil'in söyleyiş inceliklerine derinlemesine nüfuz etmiş olmasıyla derin bir
şiir bilgisine sahip. Aksi takdirde, tasavvufi ifadeyle seyr-i sülûkunu
tamamlamış her irfan sahibinin yapı ve teknik itibariyle aynı yükseklikte
şiirler söyleyebileceğini kabul etmemiz gerekir ki bu, gerçeği pek yansıtmaz
diye düşünüyorum. Bu şiirde her kelime bir anlam silsilesine ve her mısra ve
beyit bir yapı sağlamlığına sahip. Öte yandan, her kelimenin müziksel bir duruşu
ve konumu var. Kelimeler, mısra ve beyit içinde en şık durabilecekleri
yerlerde, en tatlı anlamlarıyla yer alıyorlar.
İnsan sözü içerisinde en
sanatsal olanı elbette ki şiirdir. İnsanın söyleyebileceği nihai söyleyiş
noktasıdır o. İnsan sözü, şiirin kaidesine oturduğunda göklerin zirvesine en
yakın yere oturmuş olur. Onunla, efsane bile derlenip toparlanarak bir
hakikatin içinde sükunet bulmaya çalışır. Efsane ki, insan zekasının icat
ettiği en belirsiz, en kaygan, en hakim olunamaz buutlara ve boyutlara sahip hayal
formudur. Bir tür kontrol edilemez soyutlama patlayışıdır. Efsane ile, soyutun
imkanları şekilden şekle girer. Bilinebilir olana topyekun hakim olma
tutkusuyla insan efsaneyi avuçları içine
almaya çalışır. Çoğunun taşması pahasına... Zaten 'bilinebilir olan', sürekli
'taşma' halinde olandır. Çünkü insanın 'kabı', bilinebilir olana oranla son
derece dardır. İnsan, bildiğinden çok, bilme imkanının dışına 'taşan' devasa ve
tanımlanamaz büyüklüğün 'taşma' coşkusuna kulak verdiği, dikkat kesildiği yerde
Yunus'un "aşk" dediği coşkunluk ve aşkınlık hali vücuda geliyor
olmalı. İnsana ulaşan her bilgi "yapar ve onarır". Bilinebilir olanın
kavranamaz genişliği ise yankıyarak ve taşırarak "coşturur". Bu nokta
cezbe noktası olmalı. Yani, bilinebilir olanın kavranamaz genişliğine dokunma
anları...
*
Bu şiirin anlam dünyasında
yapacağımız basit bir gezinti bile Yunus Emre'nin amacını ve yüksek yeteneğini
daha iyi anlamamızı ve görmemizi sağlayacaktır.
Ses, dostlara doğrudur. Söz de
öyle. Anlam ve ahengin en gerçek mekanı seven ile sevilenin kalbidir. Söz orada
sükuna erer, orada karşılığını bulmuş olmanın derin huzurunu duyar. Anlam da,
dosttan dosta doğrudur. En doğru akış yönü bu minval üzeredir. Şiire "işitin ey yârenler" diye başlanmış
olmasının nedeni bu olsa gerek. Yunus, kendi hâline en yakın olanlara, bu
halden anlayacak olanlara, bu halin kıymetini ve anlamını bilebilecek olanlara
sesleniyor :"Aşk bir güneşe benzer". Güneş, nurdur. Nur'u temsil
eder. Merkezdir. Kabul etmek gerekir ki, şiirin dili, mecazın dilidir. Yunus da
her şair gibi mecazdan yola çıkıyor.
Aşk, sarmaşıktır. Sarar ve
kaplar. Sürekli uzayış ve sarış halindedir. Taş ise, katılaşma ve kendi
sınırları içinde kalmaya mahkum oluştur. Hiçbir şekilde genişleme imkanına
sahip değildir. Olduğu gibi kalır. Soğuktur.
Çavuş, Venüs gezegenidir. Gökbilimine
göre, Venüs yıldızı güneşe en yakın ikinci yıldızdır. Konumu gereği, sadece
güneş doğmadan önce veya battıktan sonra görülebilir. Görülebildiği zamanlarda,
gökyüzündeki en parlak cisim olarak dikkat çeker.
Şiirde bahsedilen portre bir
derviş portresidir. Çoban yıldızının dervişi temsil ettiğini söyleyebiliriz. Bu
yıldızın kendisinden önde ve önce başka bir portre daha vardır. O portre
dervişin portresinden daha aydınlıktır çünkü güneşe daha yakındır. Derviş,
şeyhinin gölgesinde ve güneşe bir adım uzaktadır. O ancak kendine verilen izin
gereğince görünür ama göründüğü anlarda diğer insanlardan farklı bir parlaklığa
ve aydınlığa sahip olarak ortaya çıkar. En parlak olandır o, çünkü nurdan en
fazla pay almış olandır.
Bu şiirde bana en ilginç gelen
benzetmelerden biri "kudret körüğü" benzetmesidir. Âşıkları
kaynatan bir körüktür o.
Hayret ve hayranlık penceresinden görülen bütün görüntüler neşe halindedir
ve buna şahit olan kalp de onlarla birlikte neşeye dahil olur. 'Neşe' derken
kast ettiğim şey, elbette ki 'ilahi coşku'dur. Sevmek, nihayetinde insan
gönlünde huzura ve cıvıltıya yol açıyor olmalı. Zahmet ve güçlükler, sevginin
hakim olmasıyla birlikte ya görünmezleşir ya da yok olurlar. Geriye ise,
sevgilinin kendisi kalır. İnsan-ı Kamil'i belki de kalbinde sadece sevgilinin
yer bulabildiği insan olarak tanımlayabiliriz. Allah, yaratışı sevgi içerisinde
gerçekleştirir. Allah'ın sevmesi yaratılmış olan her şeyde her an mevcuttur. Bu
sevgiyi gören ya da hisseden ondan nasiplenme, onunla bütünleşme arzusu duyar. Bu
da işte bu arzu sahiplerini sürekli "kaynatır". Kudret, aşkın
kaynağıdır.
Tabii, buradaki amacımız şiiri mısra mısra açıklamak değil. Şiirin
gerisindeki fotoğrafı anlamak istiyoruz.
Yunus Emre'nin hangi şiirini ele alırsak alalım temel duygu durumunun
'aşk' olduğunu görüyoruz. Her şiiri aşk'tan bahsediyor. Bu şiiri de öyle. Ama
bu, Yunus Emre'nin bir 'âşık ozan' olarak tanımlanmasına sebep teşkil etmemeli.
Yunus Emre'nin aşktan söz etmesi, dervişin hallerinden söz etmesidir. Âşıktan
kasıt, derviştir. Dervişten kasıt ise İnsan-ı Kamil'dir. İnsan-ı Kamil ise, her
haliyle Allah'ı hatırlatan berrak bir ruh ve katıksız bir iman örneği olan
kişidir.
*
Yunus Emre'nin şiirleri yüzlerce yıldır etkisini devam ettirmektedir. Onun
şiirleri, bugün bile dönüp okuma ihtiyacı hissettiğimiz şiirlerdir. Bu şiirler,
katmanlı anlamlara sahip olmakla, kendisine yaklaşan her akla çapına göre bir
cevap alanı oluşturur. Yunus Emre'nin şiirsel dehası, insanı her seviyede
yakalar. Basitleştirerek, sadeleştirerek ulaşır insana.
Böyle olmakla birlikte, Yunus Emre'nin şiirlerinin etkisini ve yankısını
en çok tasavvuf ehlinin şiirlerinde buluruz. Diyebiliriz ki onun kadar tasavvuf
ehlini etkilemiş başka şair yoktur. Onun şiirleri yedi yüz yıldır arifleri ve
kamil insanları etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Kendinden sonra şiir
yazan bir çok tasavvuf ehli Yunus Emre'den ilham almış ve sözün dokusunu onun
ördüğü formda ve mahiyette örmeye çalışmıştır. Denebilir ki Yunus Emre şiirleri
olmasaydı, tasavvufi şiirlerin bir çoğu kendine başka bir gelenek bulmak
zorunda kalırdı. Ne var ki her ne kadar öz itibariyle Yunus'tan etkilenmiş olsalar
da hiç bir mutasavvıf şair Yunus'un şiirdeki gücüne erişememiştir. Hem teknik
hem de poetik anlamda Yunus hâlâ 'biricik' olma özelliğini devam ettirmektedir.
Onun şiiri, dilin ve dinin özünü manzum bir forma kavuşturmuştur.
14.03.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder