TURAN KARATAŞ
5 Mart 2014
Şair Mustafa Aydoğan’ın çeşitli dergilerde ve kitap eklerinde yayımlanan denemeleri Yazma Sevinci adıyla kitaplaştı. Altı bölümde bir araya getirilen yazıların odağında şiir ve şairler var. Kitabın sonuna ise şairle yapılan dört söyleşi eklenmiş.
Yaklaşık yirmi yıldır tanıdığım Mustafa Aydoğan, hayat tasavvurunun mühim bir yerine sanatı, daha özelde şiiri koymuştur. Kendi ifadesini ödünç alarak, yaşamak onun için “şiirsel bir üslup ve varoluş biçimidir” dersem, abartmış olmam. O okur, yazar ve yaşar. Altı yıldır, neredeyse tek başına çıkardığı Edebiyat Ortamı dergisi, dört senedir hazırladığı şiir yıllıkları söz konusu yaşama tasavvurunun bir gereğidir. Yeridir, söyleyeyim: Mustafa Aydoğan, Edebiyat Ortamı şiir yıllıklarıyla, farklı zihinlerin, beğenilerin, ideolojilerin şiir kamusuna; hakkaniyetli, liyakatli ve iyi niyetli bir tutumun nasıl olabileceğini gösterdi.
Şairin bilhassa son 10 yıl içinde çeşitli dergilerde, kitap eklerinde yayımlanan denemeleri bir kitapta toplandı. Yazma Sevinci’nde altı bölümde bir araya getirilen yazıların odağında elbette şiir ve şairler var. Ayrıca, genel olarak ‘sanat’a eğilen, dergiler üzerine yoğunlaşan yazıları da anmalıyım. Son bölüme ise şairle yapılan dört söyleşi konmuş.
Her şiir insana dair haber taşır
Mustafa Aydoğan haklı, “poetik metinlerin sıkıcı bir yanı vardır.” Birçok okur, bu nedenle şairlerin şiir üzerine düşüncelerini kolay kolay okumaz. Azdır ilgilisi bu türden yazıların. Şairler içinde ise poetik metinler yazmaya heves edeni çoktur da başarılı olanı azdır. Yazma Sevinci’ndeki metinler, bir ‘dert’in, bir özgörevin gereği olarak ortaya konmuş ve hemen hepsi okunmayı hak ediyor.
‘Geçmişe övgü, geleceğe müjde’ olan şiirin karanlıkta kalmış kimi veçhelerini bu yazılarda aydınlanmış görüyoruz. Sözgelimi, insan eliyle de olsa şiirin ‘yaratılış’ anının yani doğum anının şairine de nihan kaldığını söylüyor Aydoğan. Bir bakıma, şiirin kendisini yazdırdığını… Bu, yaygın bir görüştür. Şairin iradesiyle/istemesiyle vücut bulan, yani ‘yapılan’ metinlerin iyi şiir olma ihtimali azdır. Büyük şiir, şaire bir yaşama anında gelir. Elbette şairin buna yetenekli, hazır ve arzulu olması gerekir.
Bugün birçok şiirde önemli bir sorun, özündeki ‘yeni haber’den yoksunluk. Zayıf bile olsa, diyor Aydoğan, her şiirin insana dair bir haber taşıdığını düşünmek zorundayız. Salt düşünmek değil, bu haberi şiirde görünür kılmak şairin vazifesidir. Okur olarak bizim hakkımız da, bu ışıyan haberi, çok zaman muştuyu beklemek. Tıpkı oruçlunun iftarı bekleyişi gibi. Hoş bir benzetmeyle şiirin okurla buluşmasını ‘iftar’ istiaresiyle açıklıyor yazar: “Şairin kelimelere yüklediği oruç ruhu, okurun ruhunda karşılığını bulduğunda iftar anı gelmiş demektir.”
Okuyucu şiirle buluştuğunda o ana özgü bir ilişki biçimi vardır. Bu tutum kişiden kişiye değişebilir. Aydoğan bu edimin, bazı kurallar çerçevesinde olması gerektiğini söylüyor. Bir şiirin okunma anında diyor, okurun farkında olması ya da uyması gereken şartlar vardır: 1. Şiiri ciddiye almak. 2. Şiirden bize yansıyacak bir değer olduğuna inanmak. 3. Şiir okuduğunun bilincinde olmak. 4. Dikkat ve sükûnet içinde bulunmak.
Kitabın “Şair ve Şiiri” bölümünde Aydoğan’ın kimi şairlerimiz ve şiirleri üzerine kuşatıcı yazıları yer alıyor. Necip Fazıl, Asaf Hâlet, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, İlhan Berk, Ece Ayhan, Cahit Zarifoğlu gibi tanınmış olanların yanında, Türkiye’de bazı çevrelerin bile isteye görmezden geldiği Erdem Bayazıt, Akif İnan, Alaeddin Özdenören, Arif Ay, Cahit Yeşilyurt, M. Ragıp Karcı gibi şairlerin şiirleri hakkında ilgilisine yetecek yazılar bunlar. “Sanatçının Tutumu” kısmında bir Mehmet Akif yazısı var ki, defaatle okunsa sezadır.
Yazarın her dediğine katılmak, her düşüncesine ortak olmak elbette mümkün değil. Kabullerimizi bir yana bırakalım, görüş/fikir ayrılıklarımız, itirazlarımız bile bizi yeni düşünme kapılarına vardırabilir. Örnekse, Aydoğan şiir çözümlemesi bahsinde “şiir, ayrıntısına inildikçe şiirsel imkânlarını boşaltır ve bir kelime yığını haline gelebilir” diyor. Bu endişeden, şiirin bütüncül ve derin yapısına müdahalede ne kadar donanımlı ve dikkatli olmak gerektiği sonucunu çıkarabiliriz.
Kanaatim şu; Yazma Sevinci’ndeki yazılar, bilhassa birinci bölümde yer alan pür poetik metinler ve “Sanatın Boyutları” bölümünde toplanan kuramsal yazılar, tekrar tekrar okunmalıdır. Şiire önem atfedenlerin, sanatın ilkelerini tevarüs etme hevesinde olanların, hem şiirin/şairin kimi özelliklerini tanıması hem de sanatın derin yapısını kavraması için buna ihtiyaç var.
(Kitap Zamanı)
5 Mart 2014
Şair Mustafa Aydoğan’ın çeşitli dergilerde ve kitap eklerinde yayımlanan denemeleri Yazma Sevinci adıyla kitaplaştı. Altı bölümde bir araya getirilen yazıların odağında şiir ve şairler var. Kitabın sonuna ise şairle yapılan dört söyleşi eklenmiş.
Yaklaşık yirmi yıldır tanıdığım Mustafa Aydoğan, hayat tasavvurunun mühim bir yerine sanatı, daha özelde şiiri koymuştur. Kendi ifadesini ödünç alarak, yaşamak onun için “şiirsel bir üslup ve varoluş biçimidir” dersem, abartmış olmam. O okur, yazar ve yaşar. Altı yıldır, neredeyse tek başına çıkardığı Edebiyat Ortamı dergisi, dört senedir hazırladığı şiir yıllıkları söz konusu yaşama tasavvurunun bir gereğidir. Yeridir, söyleyeyim: Mustafa Aydoğan, Edebiyat Ortamı şiir yıllıklarıyla, farklı zihinlerin, beğenilerin, ideolojilerin şiir kamusuna; hakkaniyetli, liyakatli ve iyi niyetli bir tutumun nasıl olabileceğini gösterdi.
Şairin bilhassa son 10 yıl içinde çeşitli dergilerde, kitap eklerinde yayımlanan denemeleri bir kitapta toplandı. Yazma Sevinci’nde altı bölümde bir araya getirilen yazıların odağında elbette şiir ve şairler var. Ayrıca, genel olarak ‘sanat’a eğilen, dergiler üzerine yoğunlaşan yazıları da anmalıyım. Son bölüme ise şairle yapılan dört söyleşi konmuş.
Her şiir insana dair haber taşır
Mustafa Aydoğan haklı, “poetik metinlerin sıkıcı bir yanı vardır.” Birçok okur, bu nedenle şairlerin şiir üzerine düşüncelerini kolay kolay okumaz. Azdır ilgilisi bu türden yazıların. Şairler içinde ise poetik metinler yazmaya heves edeni çoktur da başarılı olanı azdır. Yazma Sevinci’ndeki metinler, bir ‘dert’in, bir özgörevin gereği olarak ortaya konmuş ve hemen hepsi okunmayı hak ediyor.
‘Geçmişe övgü, geleceğe müjde’ olan şiirin karanlıkta kalmış kimi veçhelerini bu yazılarda aydınlanmış görüyoruz. Sözgelimi, insan eliyle de olsa şiirin ‘yaratılış’ anının yani doğum anının şairine de nihan kaldığını söylüyor Aydoğan. Bir bakıma, şiirin kendisini yazdırdığını… Bu, yaygın bir görüştür. Şairin iradesiyle/istemesiyle vücut bulan, yani ‘yapılan’ metinlerin iyi şiir olma ihtimali azdır. Büyük şiir, şaire bir yaşama anında gelir. Elbette şairin buna yetenekli, hazır ve arzulu olması gerekir.
Bugün birçok şiirde önemli bir sorun, özündeki ‘yeni haber’den yoksunluk. Zayıf bile olsa, diyor Aydoğan, her şiirin insana dair bir haber taşıdığını düşünmek zorundayız. Salt düşünmek değil, bu haberi şiirde görünür kılmak şairin vazifesidir. Okur olarak bizim hakkımız da, bu ışıyan haberi, çok zaman muştuyu beklemek. Tıpkı oruçlunun iftarı bekleyişi gibi. Hoş bir benzetmeyle şiirin okurla buluşmasını ‘iftar’ istiaresiyle açıklıyor yazar: “Şairin kelimelere yüklediği oruç ruhu, okurun ruhunda karşılığını bulduğunda iftar anı gelmiş demektir.”
Okuyucu şiirle buluştuğunda o ana özgü bir ilişki biçimi vardır. Bu tutum kişiden kişiye değişebilir. Aydoğan bu edimin, bazı kurallar çerçevesinde olması gerektiğini söylüyor. Bir şiirin okunma anında diyor, okurun farkında olması ya da uyması gereken şartlar vardır: 1. Şiiri ciddiye almak. 2. Şiirden bize yansıyacak bir değer olduğuna inanmak. 3. Şiir okuduğunun bilincinde olmak. 4. Dikkat ve sükûnet içinde bulunmak.
Kitabın “Şair ve Şiiri” bölümünde Aydoğan’ın kimi şairlerimiz ve şiirleri üzerine kuşatıcı yazıları yer alıyor. Necip Fazıl, Asaf Hâlet, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, İlhan Berk, Ece Ayhan, Cahit Zarifoğlu gibi tanınmış olanların yanında, Türkiye’de bazı çevrelerin bile isteye görmezden geldiği Erdem Bayazıt, Akif İnan, Alaeddin Özdenören, Arif Ay, Cahit Yeşilyurt, M. Ragıp Karcı gibi şairlerin şiirleri hakkında ilgilisine yetecek yazılar bunlar. “Sanatçının Tutumu” kısmında bir Mehmet Akif yazısı var ki, defaatle okunsa sezadır.
Yazarın her dediğine katılmak, her düşüncesine ortak olmak elbette mümkün değil. Kabullerimizi bir yana bırakalım, görüş/fikir ayrılıklarımız, itirazlarımız bile bizi yeni düşünme kapılarına vardırabilir. Örnekse, Aydoğan şiir çözümlemesi bahsinde “şiir, ayrıntısına inildikçe şiirsel imkânlarını boşaltır ve bir kelime yığını haline gelebilir” diyor. Bu endişeden, şiirin bütüncül ve derin yapısına müdahalede ne kadar donanımlı ve dikkatli olmak gerektiği sonucunu çıkarabiliriz.
Kanaatim şu; Yazma Sevinci’ndeki yazılar, bilhassa birinci bölümde yer alan pür poetik metinler ve “Sanatın Boyutları” bölümünde toplanan kuramsal yazılar, tekrar tekrar okunmalıdır. Şiire önem atfedenlerin, sanatın ilkelerini tevarüs etme hevesinde olanların, hem şiirin/şairin kimi özelliklerini tanıması hem de sanatın derin yapısını kavraması için buna ihtiyaç var.
(Kitap Zamanı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder