1 Mart 2014 Cumartesi

"YAZMA SEVİNCİ" ÜZERİNE SÖYLEŞİ (Star Gazetesi)

(25 Şubat 2014)
Söyleşiyi Yapan: Mehmet Hakan Kekeç

Şairsiniz ama eleştiriler de kaleme alıyorsunuz... Türkiye'de okuyucunun 'eleştiriye' bakışı nasıl? Türkiye'deki 'eleştirmen-okuyucu' ilişkisini hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Şiir üzerine düşünme ile insan ve varlık üzerine düşünme arasında aslında bir fark görmüyorum. Şiir, kendimizi kavrama noktasında bir takım işlevleri olan bir sanattır. Dolayısıyla, şiirin mahiyeti hakkında düşünmeden bir yere varmak pek mümkün değildir. Şiir yazmak kadar şiirin işlevi ve üzerimizdeki hakkı konusunda dile getirilmesi gerektiğini düşündüğüm hususlarda yıllarca kafa yordum ve sonunda bunları iki kapak arasına aldım. Adına da Yazma Sevinci dedim. Bu sevinç, sadece yazan için değil, okuyan için de geçerli. Belki de daha çok okur için söz konusudur. Çünkü şiir şairde 'acı" halindedir. Okur ise bu acıyı 'sevinç' olarak hisseder.
Şiir eleştirisi, tabiatı itibariyle daha çok diğer şairleri ya da şiir üzerine düşünecek olanları hedef alır. Şiir üzerine düşünmek isteyen kişi derdi olan kişidir. Bu derde sahip olanların şiir eleştirisi ile bir alıp-vereceği olur. Bu kitapta yer alan yazılar ve eleştiriler, bu dert sahipleriyle küçük bir dertleşme arzusudur, diyebiliriz.
  
"Her medeniyetin şiirler kurduğu ilişki kendine özgüdür..." diyorsunuz: Batı'da filozof ile şair arasındaki ilişki 'hayranlık' ekseninde oluşuyorken; Doğu'da alimle şair arasında bir özdeşlik söz konusu... Mevlana ile Yunus Emre'yi buna örnek gösteriyorsunuz... Bugün peki 'alimle şairin yekvucud' olmasına kimi/kimleri örnek gösterebiliriz?


 Her şairin bir "bilge" tarafının olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Büyük şairlerin hepsinde vardır bu bilgelik. Bizim tarihimiz "âlim-şair"lerle, "sufi-şair"lerle doludur. Sezai Karakoç bir 'âlim-şair"dir mesela.

Bir denemenizde "şair çok gezmemeli(tek dergisi olmalı)..." deyip 'mekan ile şair' arasındaki ilişkiden, başka bir denemenizde de "şiirin geri çekilmesinden/ilginin azalması ihtimalinden" bahsediyorsunuz... (sabit)mekan bulamadığı için kaybolan şairlerden bahsetmek mümkün mü? Ve bu 'mekansızlığın' genele yayılması durumunda 'şiirin geri çekilmesi' söz konusu olur mu?

Akşam olunca istediğimiz eve değil, kendi evimize gideriz. Dergiler ev gibidir bana kalırsa. Mekân çok şeydir. Şairin dergi ile bağı koptu. Herkesin her yerde şiir yayınlayabildiği bir "görünme çağı"na girdik. Bu bana normal gelmiyor. Mekân kaybı olarak görüyorum. Mekân ile zihin arasında bir bağ olduğunu düşünüyorum. Mesela, sürgün olmanın en büyük tehlikesi mekan kaybı ile birlikte zihin kaybına da uğrama tehlikesidir. Her dergide yazmak, dergileri "hiçleştirme" teşebbüsüdür.

(Genel)Gündemi 'güncel' olandan çok, geçmiş şairlerin daha fazla "meşgul" etmesini neye bağlamalı, nasıl okumalıyız?

 Genç şair, kendine en yakın kuşaktan geriye doğru giderek bulur şiirin tarihsel çizgisini. Bu normaldir. Ne ki son yirmi yıldır, belki otuz yıldır genç şairin başlangıç noktası İkinci Yeni kuşağı olmuştur. Oraya odaklandı ve oraya "aldandı". Her gelen kuşak gözünü oraya çevirdi. İkinci Yeni'ye. Hatta bununla da yetinilmedi. Epeydir bir tek şaire, Turgut Uyar'a odaklandı. Bu da bir tür "göz kamaşması" oluşturdu. Ben şahsen genç kuşağın ilgi biçimlerine bakarken orada bir Turgut Uyar yoğunlaşması görüyorsam hemen "kuşkulanıyorum". Dahası onun adına ümitsizliğe düşüyorum. Sonuçta pek bir şey çıkmıyor yani. Turgut Uyar'a odaklanıyorsanız en azından metafiziği "ıskalıyorsunuz" demektir.

2010 senesinde yazdığınız bir denemenizi, "Türk şiiri kendi mizacına uygun olanı, yani lirik ve mübalağalı şiiri bulduğu zaman kendi doruğunu da yeniden yoklama imkanını da bulacaktır" diyerek bitiriyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?


Yazma Sevinci'nde bahsettim bundan. Orada yeteri kadar değindiğimi sanıyorum. Mübalağa (abartı) unutuldu bizde. Oysa mübalağadan çok şey çıkarılabilirdi sanat adına, şiir adına. Biz Doğu toplumuyuz. Doğu'lu insan mübalağayı sever, yatkındır ona. Hakikati mübalağa penceresinden kavrar. Lirizm ise, benim kanaatime göre, ilahi hakikatin nefesini hissettirir bize. Lirizm ile 'aşkınlık' arasında kuvvetli bir bağ olduğunu düşünüyorum. 

1 yorum:

  1. Ben de, lirizm ve abartı kavramlarının "Doğu'lu Olmak" bağlamında ele alınmasından ve yorumlamasından yanayım. Mustafa Aydoğan, hislerime tercüman olmuş. Sevindim.

    YanıtlaSil