1 Mart 2014 Cumartesi

YAZMA SEVİNCİ / İsmail Kıllıoğlu


26 Şubat 2014 Çarşamba (Milli Gazete)

İnsanın duyma ve düşünme etkinliğinin bir göstergesi sayılabilecek olan “yazma” eylemi, konuşma, hareket etmeye göre sıkıntılı, hatta zor nitelikte değerlendirilir. Duyma ve düşünme etkinliği doğamızın, fıtratımızın bir gereğidir ve irademize bağlı değildir. Yani insan duyma, düşünme hassasını, yetisini, mesela ortadan kaldıramaz, belli bir süreliğine durduramaz. Fakat iradesini kullanarak, bu hassalarından yararlanabilir, onlardan birtakım ürünler elde edebilir. Elbet elde edilen ürünlerin nitelikleri farklılık gösterebilir. İyi, güzel ve doğru olabilecekleri gibi kötü, çirkin ve yanlış da olabilirler.

Mustafa Aydoğan, duyma ve düşünmeyle bağlantılı sayılan yazma eylemine olumlu bir yaklaşım içinde “sevinç” olarak bakmaktadır: “Yazma Sevinci”. Demek istiyor ki, insan duygu ve düşüncelerini yazıya dökmek suretiyle yaratılış gereğini hoşnutluğa, mutluluğa dönüştürebilir, bilmelidir. Kuşkusuz yazma eylemi, bir sorumluluktur, ama bu sorumluluğu yerine getirme, gereğine göre davranma bir “sevinç”, bir mutluluktur. İnanmış bir kimse, sorumluluk yükleyen birtakım ibadetleri yerine getirirken bunu şeklen yapabileceği gibi, şükrü çağrıştırıcı biçimde de yapabilir. Aydoğan, bir anlamda yazma eylemini inanmışlık duyarlığı temelinde bir tür mutluluk olarak algılıyor.

“Yazma Sevinci”, şiir, edebiyat ve sanat üzerine denemeler, söyleşiler alt başlığını altında altı bölümden oluşuyor. Birinci bölüm “Poetik Sevinç”, ikinci bölüm “Sanatın Boyutları”, üçüncü bölüm “Sanatçının Tutumu”, dördüncü bölüm “Dergi”, beşinci bölüm “Şair ve Şiiri”, altıncı bölüm ise “Söyleşiler” başlığını taşıyor.
Anlaşılacağı üzere kitapta sanat ve edebiyata ilişkin konular şiir başta olmak üzere, bizzat sanatın ve edebiyatın bazı temel konuları tartışmaya açılıyor. Sanat ve edebiyatın dünden bugüne var olan sorunlarını salt kendi içinde tartışmak, gerek duyulan açılımları sağlamaz, genel bir çerçeveye yerleştirmek şarttır. Bu genel çerçeve medeniyettir. Aydoğan şiir, sanat, şair kavramlarını irdelemeye çalışırken, söz konusu genel çerçeveyi işaret ediyor. İslam’ın uygarlık kurmuş ve kurucu ruhunu Sezai Karakoç, Erdem Beyazıt, Akif İnan, Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel vb. örnekler boyutunda araştırıyor. Batı uygarlığının şiir ve sanat yönünü kıyas kabilinden irdelemeye de kapı aralıyor. “Şair, Filozof ve İnsan-ı Kâmil” yazısında bir bakıma kıyaslamanın ipuçlarını sezdirmeyi deniyor. Kuşkusuz bu türden kıyaslamaların hemen bir yargı oluşturmak üzere zorlanması beklenilen sonucu doğurmayabilir. Aslında bu türden konuları, salt sanat ve edebiyatın sınırları içinde irdelemenin yeterli olamayacağı, bilim ve düşüncenin, özellikle felsefenin sorgulayıcı niteliklerinin devreye sokulması gereği unutulmamalıdır. Aydoğan, bir bakıma bir hatırlatma yapmaya da çalışıyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder