13 Aralık 2011 Salı

MÜSLÜMAN KOKU/Mustafa Aydoğan

Kokunun tarihini ve insan-koku ilişkisini merak ediyorum. Duyguların, düşüncelerin, günahların ve sevapların da bir kokusu var mıdır acaba? Bana var gibi geliyor. Parfüm (koku) filmini hatırlıyorum. Partrick Süskind’in romanından uyarlanmış bir film. Yönetmeni Tom Tykwer. Bedenleri bir koku uğruna feda edilen genç kızların korkunç ölümlerinin filmi. Kokunun cinayete sebep olacağını hiç düşünmemiştim. Bir cinayetten doğacağını da. Genç kızların ölümlerinin gerisinde aslında bir estetik kaygı var. Bir yeniliğin insanlığa ulaşması için ölüme estetik bir gerekçe bulunuyor. Estetik olan ile güzel olan arasındaki ince farka bu noktadan çıkılarak da bakılabilir.
Estetik olanın kendi başına bir amaç olamayacağını, (özellikle bir Müslüman için), estetik ile “güzel” arasındaki temel ayrımın hayır ve hakikatle kurulan içsel ilişkide yattığını sanıyorum. Estetik olan, kendi kavramsal ve nesnel boyutları içerisinde manevi bir hassasiyet taşımaz. Böyle bir yükümlülüğü olmadığı düşüncesinden hareket eder. Hem görünüm hem de içsel nizam açısından bireyi duygusal doyuma ulaştırmış olmakla amacını gerçekleştirmiş olur.
Müslüman idrak açısından bakıldığında güzellik düşüncesinin yegane amacı “mutlak güzel”in (Allah’ın) hatırlanmasıdır. “Allah güzeldir, güzeli sever.” Güzel olan, bir doyum sağlamanın ötesinde, hem ibret hem de huzur kaynağıdır. Güzellik düşüncesi, haz vermeyi hedef almaz. Haz da verir ama kendine özgü bir metafizik donanımı vardır. Güzellik düşüncesi nasıl ve neye inandığımızla bağlantılıdır.
Estetik form içerisinde kabul ve teyit edilen her sembol ya da gösterge, hiçbir sakınıma ve manevi dikkate aldırmaksızın kendini haz ve coşku içerisinde sunar. Bunun en tipik örneği erotik olanın estetik donanımıdır. Erotiklik, kendine nesne kıldığı şeyi, kendi sadeliği ve yalnızlığı içerisinden alarak estetik bir form içerisinde kışkırtıcı bir açıklığa taşır. Çünkü estetik olan görünür olmayı arzular. Oysa güzel, gizli ve dingin kalmayı hedefler. Güzelin görünürlüğü ikincil bir durumdur ve zorunlu bir sonuçtur. Erotik olanın nesnesi, aslında, kendi bütünlüğü içerisinde erotik olana değil, güzel olana yakındır.
Beşeri duygular hangi form içerisinde vücut bulursa bulsun, onun nihai amacını estetik oluş ile güzel oluş arasında nerede konumlanacağı sorusuna vereceği cevap belirler. Şiir için de aynı şey geçerlidir. Düşüncelerin ve imgelerin bir kokusu varsa eğer, şiirdeki kokunun Müslüman bir koku taşıyabilmesi, güzel olana göstereceği dikkat ve metafizik hassasiyetle mümkün olabilir ancak. Şairin salt estetik bir kaygıyla yola çıkması, amacı başka türlü olsa dahi, onu sakınımsızlık alanına taşıyacaktır. Bu sakınımsızlık alanında acının, kederin, öfkenin, tutkunun ve dikkatin boyutları estetik ve etkileyici olsa da Müslüman kokudan bir tat, bir yankı taşımayacaktır.
Şiirin kendini gerçekleştireceği nihai ve gerçek form, aslında, naat ve münacattır. Benim kanaatim o ki, bütün şiirler naat ve münacat olarak vücut bulmak üzere yola çıkarlar ama şairler onlara kendi tabiatları doğrultusunda başka bir yön verir. Bu, tıpkı, her çocuğun Müslüman olarak doğması ama anne ve babasının onları kendi dinlerine yöneltmesine benzer. Şiirin hakiki rüyası “mutlak güzel”i anlatmaktır. Şiir, bu rüya içerisinde uyanır ama şairinin gerçekliği doğrultusunda vücut bulur.
Günümüz şiirine bu açıdan bakılmasında fayda olduğunu düşünüyorum. Müslüman şairin şiirine kaynaklık eden duyguların nelerden beslendiği ve hangi dikkatler ve kaygılar içerisinde vücut bulduğunun izaha ihtiyacı var. Şiirin ana temalarından olan acı, aşk ve öfke mevcut şiirde nasıl yer alıyor ve imgelere hangi hassasiyetle sirayet ediyor acaba? Estetik olanın neredeyse yegane belirleyici olduğu bir dünyada, Müslüman şairin estetik olan ile “güzel” olan arasındaki ayrımda nasıl bir tercihte bulunduğunu dikkatle yorumlamak gerekiyor. Erotik olana, boyutsuz öfkeye, dağınık ve sakınımsız bir hazza doğru evrilen imgesel kavrayışın taşıyacağı kokunun Müslüman koku olacağını söylemek pek mümkün görünmüyor.

(Milat Gazetesi)