30 Aralık 2012 Pazar

POETİK SEVİNÇ / M.A.


Füruğ Ferruhzad,  Türk okurunun pek bilmediği bir isim. İran’lı bir kadın şair. 1934 yılında Tahran’da doğmuş. 1967 yılında hız tutkusunun kurbanı olarak bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş. 33 yıllık kısa mı kısa bir ömür sürmüş. İşin ilginç yanı, bu kısacık ömür, onun, modern İran şiirinin önemli temsilcilerinden biri olmasına engel olmamış. Şiirleri çeşitli yabancı dillere çevrilmiş. İran edebiyat çevresi gerek yaşadığı dönemde gerekse sonraları Ferruhzad’a kayıtsız kalamamış.
Sadece bu kadar mı?
Bu kısacık ömre yazarlık, oyunculuk, yönetmenlik, ressamlık gibi birçok uğraş sığdırmış. 1962 yılında yaptığı bir belgesel film o yıl İtalya’da belgesel filmler festivalinde birincilik kazanmış. 1963 yılında yaptığı “Kara Ev” filmi ise Almanya'da düzenlenen Oberhausen film festivalinde en iyi film ödülünü almış.
Ferruhzad’ı, kısacık ömrüne rağmen bugüne taşıyan, onu vazgeçilmez bir şair kılan nedir? Şiirin ne’liği ve şairin kim’liği üzerinden bir sonuca varılması gereken durumda Ferruhzad örneği ilginç bir çıkış noktası olabilir gibi geldi bana.
Dünya Sevmek İçin Çok Küçük adıyla Türkçeye çevrilen mektupları, anıları ve söyleşilerinin yer aldığı kitapta, bir şairin ‘poetik sevinç’ olarak yansıyacak varoluş üslubuna tanık oluyoruz.
 “Kalbimi bir meyve gibi yetiştirip ağaçların bütün dallarına asmak istiyorum.”
Bir mektubunda yer alan bu cümle, Ferruhzad’ın bir şair olarak kimliğini; zekasını, duygusunu, coşkusunu, varoluşunun kendi gerçeğine ulaştığı doruk çizgisini, bütün genişliği ve derinliği içerisinde anlatıyor sanki. Bu cümleye dayanak olacak bir hayat algısı ve poetik devinim içinde kendini şiire feda ederken görüyoruz onu. Şair olma talep ve tutkusu, çabadan çok bir kendini adayışın ve şiirsel imkânları dışa vurmanın gerektirdiği hâle teslim oluşun zenginliğini sunuyor bize.
“Mesele sadece budur.” Diyor bir mektubunda ve devam ediyor: ”Eğer şair olmak istiyorsan kendini şiire ada. Hesaplardan ve çok konuşmalardan vazgeç. Çok basit mutluluklara razı olanları bırak. Etrafına bir duvar ör ve bu duvar içinde, daha iyi bir dünyaya gelmek, şekillenmek ve kavramların çeşitli anlamlarını keşfetmek için yeniden başla.
Ben aynısını yapıyorum –ama acı- çok acıdır. Dayanaklılık ve yetenek ister.”

bak tam karşımızda gecenin mum
damla damla nasıl eriyor
nasıl doluyor ağzına kadar uyku şarabıyla
gözlerimin simsiyah kadehi
senin ninnilerini dinlerken
ve bak nasıl
şiirlerimin beşiğine
sen doğuyorsun, güneş doğuyor


28 Aralık 2012 Cuma

PANEL


"BİR TOPLUMSAL MANİFESTO OLARAK İSTİKLAL MARŞI"


Yer: Vakıflar Gen. Müd. Konferans Salonu - Milli Müdafaa Cad No:20 Kızılay
Tarih: 29.12.2012
Saat : 13.00

17 Aralık 2012 Pazartesi

песня воды /mustafa aydoğan



(Su Şarkısı)

 Из воды
Я пришел, утонул, ухожу

моя щека, сохрани мокроту
когда станешь братом боли

оказывается вода уж усыпляет тело
держись !

Выключи кран
Разбей стакан

Какая разница, если будешь пить ее
она же только в твоем теле протечет

Откройте свое сердце для нас жажда!
Даже если опоздаем

Лишь бы умрем вовремя
то Исмаил, то Хюсейн
Вот именно это совершенство друг за другом

(Çeviri: İsmail Aydoğan - Tekin Aycan Taşçı)

лента /Mustafa Aydoğan


 (Kurdela)

 Тонкий и светлый голос моей дочери
дрожал
в струящемся лунном свете.
Говорит она, Отец, поцелуй меня
Поцелуй меня, есть
какая – то боль в моем голосе

белоснежный акробат на канате
увеличивает ночь на лице моей матери
подражающее лето смехам детей
Папа, почему все так
надежно и ново

Моя дочь в конце времен
на ее волосах, синий поток

Отец, говорит онa, я ангел?
спит в моих руках упитанная полная луна.
на подоле моем желтые звезды.
Папа, я бабочка?
Свет я?, Почему боли в
моем сердце?

Знаю, что цветочные горшки задушат цветок,
Черные кошки сосать мои пальцы.
почему молочник стучит в нашу дверь, если дома меня нет
Папа, почему все так странно и надежно?

в руках моей дочери серебряный чай
на губах
ее медная улыбка
Отец, говорит она,
почему падающий на мои волосы снег,
холодит мою маму?

если умрут дети, что будут делать улицы?
если прольется мой серебряный чай
знаю, тогда и будет дождь
Поезда проходят
через туннелы моих мечт,
Поезда, как разорванные гранады в твоим небе
Я бегу, я собираюсь
уже выйти из моего детства
Папа, почему это все вне нас и так быстро?
Моя дочь открыла все двери земли.
Ищет потерянную  ленту принцессы

Отец, говорит она,
стягивай с меня
стягивай и приоткрой ночь
Я не могу
терпеть так много тьмы

Лес, целу
ет все деревья одно за другим.
Найден
а лента принцессы, очевидно,
Я видел
, что расцвел уже последний цветок в моем сердце
Папа, почему все так красиво и величественно.

Моя дочь
дарит всю свою душу
мяг
кому телу луны

дети,
расстелаают ночь на выстиранним солнце
разлета
ется выдыхаемое дыхание на мою душу

Отец, говорит она, если я умру,
мне не будет больно.
Ангелы, похорон
ят меня в лунном свете

Папа, почему все так чувствительнo и заботлив
о

(Çeviri: İsmail Aydoğan - Tekin Aycan Taşçı) 

15 Aralık 2012 Cumartesi

2. BASKI

2. BASKI (Aralık 2012)
1.BASKI (Mart 2012)

2. BASKI (Aralık 2012)
1. BASKI (Mart 2012)
2

10 Aralık 2012 Pazartesi

ŞİİR YAZMASAYDIM EĞER......





Şiir yazmaya nasıl başladınız?
Doğduğum ve liseye kadar okuduğum şehir olan Kahramanmaraş özellikle 1980’li yıllarda tam anlamıyla edebi canlılığın olduğu bir şehirdi. Ben de bu canlılığın ortasına doğdum desem yeridir. Edebiyatı iyi takip eden bir genç kuşak vardı. Ankara ve İstanbul’da olup bitenlere kulak kesilmiş ve kendince iddialara sahip bir kuşaktı bu. Hem dergileri ve kitapları izliyor hem de geceler boyunca tartışıyorduk. Hepimizin gözdesi elbette şiirdi; ama sonraları bazı arkadaşlar başka yönlere yöneldi, bir kısmı da yazmayı bıraktı. Benim şiir serüvenimin ana kaynağı bu gençlik dönemimdir. Şiir dışında bütün edebi türler bizim için ikincil hatta üçüncül sırada yer alan, olmasa da olur türden metinlerdi. Yani o yıllarda öyle düşünüyorduk. Bir de tabii büyük şairlerin edebiyat dünyası üzerindeki etkisi çok fazlaydı ve İkinci Yeni şiiri en parlak dönemini yaşıyordu.
Cahit Zarifoğlu ile yazışmalarımın da payı büyük elbette. Heyecan verici cevaplar yazıyordu ve 17 yaşımın sıcaklığında o mektupları günlerce okuyordum. Sonra dergide (Mavera) birkaç defa bizden bahsetti ki, bütün bunlar bizi şiirin dünyasına çeken şeylerdi.
Kendinizi en iyi ifade etme biçimi olarak şiiri mi görüyorsunuz?
Şiirle, şiirin “biricikliği” üzerinden bağ kurdum ben. Eğer şiir yazmasaydım, sanırım edebiyatla bir ilişkim olmazdı. Ya da şöyle söyleyeyim, şiir dışında bir dünyanın varlığını hiç hissetmedim ben. Biraz iddialı görünebilir ama böyle. Bugün buradan bakınca bunu daha net görüyorum ya da kendi durduğum yeri ancak böyle tanımlayabiliyorum.  DEVAMI İÇİN...www.kitapbiti.com


4 Aralık 2012 Salı

JUST BEFORE/ mustafa aydoğan

(AZ ÖNCE)

Into the void, I release my word
The air swallows it
Birds fly above and below
Sneaks sense
Scorpions heed
Wolves wit
Human is what is just before everything

Without voids, nobody could reach
If we did, it is oursleves
That we met
For what is close to his bossom
Human yearns
A man is what is just before a woman

Soul, too, has its place by window
Robust ones open
The weary draw the curtains
Close or away, makes no difference
Every way is what is just before death

(Çeviri: Cüneyt Fatih Yaylacı, 4.12.2012)

2 Aralık 2012 Pazar

DAS LİED DES WASSERS / Mustafa Aydoğan

(SU ŞARKISI)

Aus dem Wasser
Kam ich, ertrank ich, gehe ich

Hüte die Neasse meine Wange
Wenn Bruder des Schmerzes du geworden
Bist

Das Wasser ist’s, was den Körper schlafen laesst
Halte fest

Drehe den Hahn zu
Zerbreche das Glas

Wen kümmert’s, wenn du trinkst
İst es doch dein Körper, in dem wird’s wandern kühl

Öffne uns die Brust oh Durst!
Kommen wir auch zu spaet

Wenn nur wir zeitig sterben

Ein İsmail, ein Hüseyin
İst dies doch die aufeinanderfolgende Vollkommenheit

(Übersetzung : Vildan Yılmaz)


SU ŞARKISI


Suyun içinden
Geldim, boğuldum, gidiyorum

Yanağım sakla ıslağı
Acıya kardeş ol-
                           duğunda

Vücudu uyutan suymuş
Sıkı dur

Çeşmeyi kapat
Bardağı kır

İçersen kime ne bundan
Gezeceği senin gövdendir soğuk soğuk

Koynunu bize aç susuzluk!
Geç de kalsak

Yeter ki vaktinde ölelim

Bir ismail bir hüseyin
Budur peş peşe kusursuzluk

(BUGÜN KONUŞTUKLARIMIZ'dan)


21 Kasım 2012 Çarşamba

GONG


              Dan
Dan
Dan
İçinde bir gong beynimin

Perdeleri açsa biri
Burada bir karanlık var

Gece neden çok
Ay neden bir tane
  
Soğuklar da geçmiyor bir türlü

Sayaçları sökmüş belediye
Aklım musluklarda

Haa, unutmadan
Tunus’ta ne oldu
2010’da?

Afrika parodiden bir şaka

Duvar bitince
Yıkacağız onu
Yeni bir kafa vuruşuyla

(Bugün Konuştuklarımız'dan)

NİZAR KABBANİ'NİN ETKİLENDİĞİ TÜRK ŞAİR MEĞER BENMİŞİM!

          Nizar Kabbani, büyük bir şair. 1999'da vefat ettiğini sanıyorum. Ne ki, kitaplığımda bir şiir kitabı bile yok. Rast geldikçe okuduğum bir kaç şiiri olmuştur. Kendi adıma bir talihsizlik elbette. Bir eksiklik. Meğer bir dostumuz Kabbani'nin benden etkilendiğini iddia etmiş! Sadece iddia değil, Kabbani'nin benden etkilenerek yazdığı şiirle benim "kurdela" şiirimi de alt alta koymuş ve internette dünya aleme duyurmuş! İşte şurada... Dostumuz kendince ironi yapmış. Bir nevi benimle alay etmiş.
          Bazen şaşırıyorum; insan birisini kötülemek için niye bu kadar çaba sarf eder ki! Ne umar ki bundan! Kabbani, hemen hemen hiç okumadığım bir şair. Velev ki okumuş olsaydım da ondan etkilenmiş olsaydım, bundan hiç de gocunmazdım. Etkilendiğim birçok şair olmuştur. Bunların arasında keşke Kabbani de olsaydı! Böylece dostumuzu alay etmenin günahından kurtarmış olurduk.


ŞİİR, GENÇ ŞAİR VE "BEN"

GÜLTEKİN EMRE Evrensel'de şöyle yazmış:

"İçlerinde çabalayan, kendilerine şiir yolu bulma derdinde olan gençler de var, onların da hakkını yemeyelim bu arada. Çok çeşitli yelpazede yol alan bir şiir, sanat ortamımız var aslında. Deneysel şiirden, haikudan, geleneksel şiirimizden, halk şiirinden... beslenen şiir ortamımızın geleceği için ne söylenebilir bilemiyorum. Bunu gelecek yıllar gösterecek. Edebiyat Ortamı yıllığında genç şairlerin Turgut Uyar’ı keşfetmeye başladıklarını yazdı Mustafa Aydoğan. Bu da sevinilecek bir durum. Gençler, el alacakları şairleri keşfetmeli elbette."
                                                               (Ah Şu Genç Şairler! Evrensel Gazetesi, 21.11.2012)

Edebiyat Ortamı 2012 Şiir Yıllığının ön söz'ündeki cümlelerimden bahsediyor olmalı. Yıllığın ön söz'üne yeniden baktım. Hayır, ben tam olarak öyle demiyorum, yani gençlerin Turgut Uyar'ı keşfettiklerinden bahsetmiyorum. Şöyle diyorum: 
"...görebildiğim bir tehlike vardı. Başkaları nasıl değerlendirir bilemem ama ben tehlike olarak görüyorum. O da şu: Genç şair, Turgut Uyar şiirinin çemberine girmekten ve orada kalmaktan hoşlanıyor. Onu kendine mihenk olarak görüyor. 40 yaş ve altı şairlerin çoğunda Turgut Uyar şiiri neredeyse bir pranga olarak var oluyor. Evet, pranga! Genç kuşağın İkinci Yeni döngüsü bir türlü sona ermiyor. Özellikle Uyar çevresinde gerçekleşiyor bu döngü. Bu da benzer duyarlıklarla

20 Kasım 2012 Salı

SÖYLEŞİ-DERGÂH DERGİSİ (KASIM 2012)


Konuşturan: Dinçer Eşitgin

İSVEÇ (Claire Kaustell ile )

1) Edebiyat Ortamı Yayınları, Az Önce ve Bugün Konuştuklarımız (2012) adlı iki şiir kitabınızla yayın hayatına adım atmış oldu. Edebiyat Ortamı dergisi ve yayıncılığını elbette konuşuruz ama önce bu kitaplardan konuşmaya başlamak isterim.
Benim kitaplarla başlamak istedik. Bir anlamda açılışı yaparak bir yayınevinin kuruluşunu fiilen gerçekleştirmek istedik. Hem önceki kitapların baskısı tükenmişti, hem de kitap olmayı bekleyen ayrı bir şiir toplamı vardı. Az Önce, ilk üç kitabın bir araya gelmiş toplu baskısı.  Diğeri ise yeni şiirlerden oluşuyor.
Dergi çıkarmak, bir düşüncenin/bir iddianın görünür kılınmasına zemin hazırlamaktır ama daha çok düşüncenin bir “toplu görünüşüdür”. Bu “düşünsel görünürlüğün” kendi varlığını hissetmesi ve hissettirmesi ve yürüyüşün sürmesi için, yayınevi zorunlu gibi geliyor bana. Edebiyat Ortamı içinde az-çok yeni bir kuşak meydana geldi ve bunlar ilk eserlerini oluşturdular/oluşturuyorlar. Her oluşum kendi şartları içinde, kendi imkânları ile kozasını örer/örmelidir. Açıkçası, kendi şairlerimizin/yazarlarımızın başka yayınevlerinin kapısını çalmasını ve kitap bastırma zorluklarını yaşamasını istemedik.
Bende biraz çevresindeki insanları koruma tutkusu var galiba. Bu iyi mi kötü mü bilmiyorum. Bir araya gelmişsek birlikte düşünmemiz gerektiği sonucunu çıkarırım. Ve bunu bir sorumluluk addederim. Yoksa beyhude bir çabadır ötesi. Kırmızı ışıkta bekleyen yayalar gibi bir kalabalık oluşturmanın ve iki adım sonra ayrı yönlere dağılmanın anlamı yok. Birlikte var olmanın tesadüflerin sonucu değil de bir kader, bir bilinçli durum olduğunu anlamak gerekiyor. Fazla idealize etmiş olabilirim belki ama yayınevinin kurulma şartları içinde bu tutkunun önemli bir yeri olduğunu sanıyorum. Benim şahsi kanaatlerim tabi bunlar. Genç arkadaşlarımızın ürünlerinin kitaplaşması sürecinin ağırlığını sırtında taşıyan başkaları da var elbette. En başta M. Ali Bulut. Onun da hakkını yemek istemem.

2) Kendini Aynalarda Çoğaltan Şehir (1997), Bir Dolu Bakır Yaz (1999) ve Bahar Köpüğü (2004) adlı ilk üç kitap Az Önce (2012) adıyla bir araya getirilmiş. Üç kitap bir kitapta toplanırken, bazı şiirlerde değişiklik yapılmış. Bunların sebebini merak ediyorum ve tabii ki bir şairin bu tür düzenlemelere neden ihtiyaç duyduğunu…
Her şiirin yazıldığı bir an vardır, bir de yaşadığı bir süreç vardır. Şiir canlı bir varlık. Tamamlanmış her şey eksiğini kabullenmiş demektir. Kimileri şiirin “dokunulmaz”lığına inanır, kimileri de ona “dokunur”. Eksik bırakmanın da bir tadı vardır elbet, ama birlikte yaşadığımız her şeye yeniden bakma ihtiyacı da duyarız. Bakışmak iki tarafı da değiştirir. Hem bakanı hem de bakılanı. Canlılıktan ben bunu anlıyorum. Her şair şiiriyle birlikte büyür. Benim kanaatim şiirin de şairi sürekli değiştirdiği yönündedir.

17 Kasım 2012 Cumartesi

Nil / von Mustafa Aydoğan



Beruhige dich oh mein Schmerz
İn meinen Adern graebt sich der Nil seinen Damm

Die Nacht ruhend
İn den Augen der Kinder
Und die Fremde über mich ziehend
Komme ich zu Dir

Beruhige dich denn
Mein Herz
Mit prasselnden Eisen wird’s eingearbeitet in meine Brust

(Aus dem Gedichtband ‘Gerade Eben’)

(Übersetzung: Vildan Yılmaz)

ORTA SAYFA KONUŞMASI





-"KİMİN KALBİNDE NE VARSA DİLİNE VE KALEMİNE ONU SIZDIRIR"
KASIM 2012




15 Kasım 2012 Perşembe

BİR ŞİİR BİR ÇEVİRİ



AZ ÖNCE                                                                   JUST BEFORE

boşluğa söylerim ben sözümü                                       I speak my word to space
hava yutar onu                                                             air absorbs it
kuşlar geçer ötesinden berisinden                                 birds pass by
yılan sezer                                                                   snake intuites
akrep duyar                                                                 scorpion hears
kurt bilir                                                                       wolf knows
insan her şeyin az öncesidir                                          human is just before of everything

boşluklar olmasa kimse ulaşamaz                                
no one can reach unless there are spaces
kavuşmuşsak vardığımız kendimizdir                           
it is ourselves that we arrive if we rejoin
bağrına yakın olana hasret duyar insan                        human longs for one who is near to his chest
bir erkek bir kadının az öncesidir                                
a man is just before of a woman

ruhun da cam kenarı var                                              
soul has also an edge to window
dinç olan açar                                                             
one that is robust reveals
yorgun olan çeker perdeleri                                         
one that is tired veils
hiç fark etmez uzak ya da yakın                                   
it makes no matter far or close
her yol ölümden az öncesidir                                       
all ways are just before of death      

(Bugün Konuştuklarımız'dan)                                
(From “Ones we have spoken today”)
         Çeviren: Hakan Önal


12 Kasım 2012 Pazartesi

DİE HAARRSCHLEİFE / von Mustafa Aydoğan

İhre zierliche und schwache Stimme
Laesst meine Tochter umherwandern
İm Mondlicht, das sich ins Zimmer ergiesst

Vater, sagt sie, küsse mich
Küsse mich, in meiner Stimme ist ein Schmerz

Ein Seiltaenzer auf dem Seil schneeweiss
Verfielfaeltigt die Nacht im Gesicht meiner Mutter
Ein Sommer-nacheifernd dem Lachen der Kinder
Vater, warum ist alles unversehrt und so sehr neu

Meine Tochter steht an der Spitze der Zeit
Eine blaue Strömung an ihrem Haar

Vater, sagt sie, bin ich ein Engel
İn meinen Haenden schlaeft der dickliche Vollmond
Gelbe Sterne trage ich in  meinem Rock
Vater,bin ich ein Schmetterling
Bin ich ein Licht, warum habe ich ein schmerzendes Herz

İch weiss, die Blumentöpfe werden die Blume ertraenken
Dunkle Katzen saugen an meinen Fingerspitzen
Warum klingelt der Milchmann an unserer Tür, wo ich doch nicht zu Hause bin
Vater, warum ist alles eigenartig und so sehr unversehrt

Meine Tochter haelt in ihren Haenden einen silbernen Tee
Ein bronzenes Laecheln auf ihren Lippen

Vater, sagt sie, warum laesst der  auf mein Haupt fallende Schnee
Meine Mutter erfrieren
Was wird aus den Strassen, wenn die Kinder sterben
Verschüttet sich der silberne Tee aus meiner Hand
So weiss ich,dass der Regen ebenso hinabfaellt

Züge fahren durch meine Traumtunnel
Züge wie Feuer, die in deinem Firmament in Stücke zerreissen
İch laufe, verlassen werde ich so denn meine Kindheit
Vater, warum steht alles ausserhalb und ist so sehr geschwind

Meine Tochter hat alle Türen des Erdbodens geöffnet
Sie sucht nach der verlorenen Haarschleife der Prinzessin

Vater, sagt sie, nimm sie von mir
Nimm sie fort und öffne die Nacht um einen Spalt
Soviel Dunkelheit werde ich nicht ertragen können

Der Wald küsst jeden seiner Baeume einzelnd
Die Haarschleife der Prinzessin ist sicher gefunden
İch sah wie die letzte Blume meines Herzens aufgegangen ist
Vater, warum ist alles schön und so sehr praechtig

Meine Tochter schenkt ihre ganze Seele
Dem weichen Teint des Mondes

Die Kinder breiten die Nacht aus auf die gewaschene Sonne
Der Atem, eingehaucht in meine Seele, fliegt sich auflösend davon
Vater, sagt sie, wenn ich sterbe werde ich nicht leiden
Die Engel werden mich beerdigen im Licht des Mondes

Vater, warum ist alles vertraut und so sehr zaertlich
 
(Übersetzung; Vildan Yılmaz)

10 Kasım 2012 Cumartesi

JUST NOW


 
I say my word to void

Air devours it

Birds pass it from right and left

Serpent feels

Scorpion hears

Wolf knows

Human is the “just now” of everything

 

None can arrive without gaps

Our destination is ourselves if we arrived

One misses whom is close to his chest

A man is “just now” of a woman

 

Soul too has a border to glass

Fresh one opens

And the tired closes curtains

No matter how close or distant

Every path is “just now” of death


(by Mustafa Aydoğan)

(BUGÜN KONUŞTUKLARIMIZ'dan)


 

8 Kasım 2012 Perşembe

SÖYLEŞİ



TARİH: 9 Kasım 2012
YER:  Kurtuba Kitap Cafe
SAAT 18.30
KONU: MODERN ŞİİR VE DEĞİŞEN İNSAN

17 Ekim 2012 Çarşamba

BAYIM BAKIM GEREKİYOR HER ŞEYTANDAN SONRA

Bugün Konuştuklarımız, 1964 doğumlu Mustafa Aydoğan’ın dördüncü şiir kitabı. Daha önceKendini Aynalarda Çoğaltan Şehir (1997), Bir Dolu Bakır Yaz (1999) ve Bahar Köpüğü (2004) adlı kitaplarını okumuştuk şairin.
64 sayfalık bir kitap Bugün Konuştuklarımız (Edebiyat Ortamı Yay., 2012.). 31 şiir var içinde. Kendi içinde bölümlere ayrılmayan kitapta, en sonda yer alan “Yol” ve “Trajedi” başlıklı iki şiir, düzyazı-şiir özelliği taşıyor. Diğerlerinde Aydoğan’ın süreç içinde damıta damıta oluşturduğu, lirizmin baskın çıktığı, kendi izlenimlerinin hayattan seçilmiş kesitlerle bütünleştiği yerleşik şiir tarzına uygun bir söyleyişle, aktarımla karşılaşıyoruz.
Her şeye hikmetli bir bakış yönelterek duruyor dünyanın içindeMustafa Aydoğan
Kendisinden her gün bir söz bekleyen hayata, susarak karşılık verdiği zamanlarda biriktirdikleriyle yazıyor adeta şiirini Aydoğan. Kızdığında, öfkelendiğinde bile hayatı, insanları, doğayı, çevresindekileri hatta içindekileri incitmeden, örselemeden, kırıp dökmeden konuşuyor.
Bir güzellik derleyicisi o. Şiddeti, korkuyu, kötülüğü, gürültüyü, çırpınışı kendi sözlerinin merheminde teskin eden, kendi huzur ırmağında dindiren, sağaltan ve anlatacaklarını böyle içsel bir tedaviye, enginliğe maruz bıraktıktan sonra dışa vuran bir şair. Her şeye hikmetli bir bakış yönelterek duruyor dünyanın içinde. Uluorta bağırıp çağırmayan, önüne gelene diklenip kavgaya yeltenmeyen, çirkinliği ve kötülüğü bütün çıplaklığıyla gözümüze sokmaktan hazzetmeyen tercihlerle ilerliyor şiirleri. Tarih bile, bize kavgayı ve hüznü hatırlatan önemli isimler bile böyle bir içreklik, böyle bir naiflik, böyle bir dinginlik içinde çıkıyor şiirin huzuruna: “Bir İsmail bir Hüseyin / Budur peş peşe kusursuzluk