27 Mart 2013 Çarşamba

SÖYLEŞİ: FİRDEVS KAPUSIZOĞLU SORDU


F.K : Yaratıcı olabilmek için hangi özelliklere sahip olmak gerekir? Yaratıcı bir insanı diğerlerinden farklı kılan nedir?

M.A : Bana kalırsa her insan, birçok yetenekle birlikte doğar. Heidegger, insanın dünyada bulunuşunun şairce olduğunu ima eder. Galiba, kendi varlığı üzerinde düşünme eylemidir esas olan. Ne ki, yaratıcı bilinç, biraz da çabanın ürünüdür. Çaba, soruları çoğaltır ve derinleştirir. Bir kişinin bütün eylemlerini toplasak bir kallavi sorunun içine ancak sığar. Soruya mukabele etme gayreti ve heyecanı, yaratıcı zihnin teşekkülüne ve yeni cevaplar üretmesine yol açar. Biz buna “yeteneğin ortaya” çıkışı diyebiliriz. Tabii, yeteneğin ortaya çıkış formu, kişinin tabiatına ya da yaratılışının yatkın olduğu dikkatlere göre değişir. Şair, mimar veya müzisyen gibi… Esas olarak kimsenin kimseye bir üstünlüğü yoktur, sadece farklılıklar vardır.

F.K : Yaratma sürecinizi anlatır mısınız? Bu süreçteki en büyük zorluk nedir? Dışarıdan gelen bir müdahale esin akışını bir süreliğine de olsa kesintiye uğratır mı?

M.A : Şiirin oluşum süreci bana hep ilginç gelmiştir. Yazı da böyle. Sanatın doğası, galiba, biraz kendiliğindenliğe de bağlı. Bazen bir şiir yazacağım derim oturur yazarım, yazı için de böyle ama çoğu zaman da onu aramakla geçer zaman. Bir bilinçli arayıştan bahsetmiyorum, bir tür susayıştan bahsediyorum. Su yanınızdadır, elinizin altındadır belki ama işte ona kavuşmak ve onu varlığımıza katmak için bir iç yapılanışın ve ruhun ve bedenin ona doğru yönelme arzusunun da belirginleşmesi gerekir. Bedenin suya ihtiyacının olduğu an, aslında suyun da bir bedende kaybolmaya ihtiyaç duyduğu andır. Şiir, bir zorluk ya da kolaylıkla bağlantılı değildir, daha çok dikkatlerimizin ya da sorularımızın  şairce ve şiirce vücut bulması ile ilgilidir, diye düşünüyorum.

F.K : Stephen Spender’in  “Şaire Tanrı ya da doğa tarafından tek bir dize verilir, geriye kalanı tek başına gerçekleştirmesi gerekir.” sözüne katılıyor musunuz? Eser, beklenmedik bir biçimde mi ortaya çıkar yoksa bilinçli bir çabanın ürünü müdür?

M.A. : Şiir, şairi bekler. Tanrı, şiirin ilk mısrasını değil, bizim ilk varlığımızı, varoluşumuzu başlatır. Şiir bizdedir zaten, bizimle birlikte kelime ve imge olarak vücut bulmuştur. Varlığı ve kendimizi şiirce okumaya başladığımızda, beklediği yerde açığa çıkar, belirginleşir ve dimağımızı yeşillendirir. Şairi şiire kavuşturan şey, ya da tam tersi, şiiri şaire kavuşturan şey, şairin şairce varoluşuna imkan veren “şairane dikkat”tir. A. Hamdi Tanpınar’ın sözü ne güzel, diyor ki “dehanın miyarı dikkattir.” Miyar, ölçü demek. Aslında insan dikkatten ibarettir ve şairane dikkat, dehanın yatağıdır. Tabii, yukarıda belirttiğimize dönecek olursak, bahsettiğimiz bu dikkatin keskinleşmesinde ya da belirginleşmesinde çabanın önemli bir yeri olduğunu tekrar ifade etmek gerekir.

F.K. : Eğitim sisteminde yaratıcı çocukların erken fark edilmesi için neler yapılabilir? /Yaratıcı düşüncenin geliştirilmesi için neler yapılabilir?

M.A. : Her okula bir “hayal dükkanı” açmak gerekir sanırım. Sanat, hayal ürünü değildir ama hayal, hayatın başka hayatlarla ve sonsuzlukla yollarının kavuşmasına yardım edebilir. Hayalin gerisine dikkati azar azar serpiştirdiğimizde her okuldan bir dahi çıkarmak imkansız değil, diye düşünüyorum.

F.K. : Yaratıcı düşüncenin geliştirilmesinde dil ve edebiyatın rolü sizce nedir?

M.A. : Dil, düşüncenin yurdudur. Böyle demişler. Bence güzel demişler. Edebiyat da hayatın yurdudur. Zihnimize ve gönlümüze kelebek kanadının vuruşları gibi yumuşak ama derin vuruşlar gerçekleştirir. İnsanın etrafı, kimsesizliğin kabuğuyla sarılıdır. Şairane bilinç bize başkalarını hatırlatır, acının ve sevincin koltuk değnekleriyle ayağa kaldırır ve yolumuzu işaret eder. Bu yol, düşüncenin ve dikkatin yoludur. Yaratış içinde yaratış seremonisidir.
Bu kadar.