1 Eylül 2014 Pazartesi

SİYASET VE SANAT İLİŞKİSİNDE DEĞİŞEN BİR ŞEY VAR MI?/ M.A


Sanat derken neyi kastettiğimizi anlatalım önce. Şiir, Mimari, Resim, Müzik, Edebiyat, Tiyatro vs. Bunların tamamı, ilim ve irfan sahibi sanatçıların hayatlarını uğruna feda ettikleri, kafa patlattıkları, bir ilham anını yakalamak için fikretme ve okuma serüveni içinde zihni ve kalbi sıkıntılarla boğuştukları, dikkat damarlarının ucunu ateşle yaktıkları uzun ve acı dolu zamanlar sonucunda meydana gelmektedir. Burada bir kişisel acıdan bahsettiğimiz sanılmasın. Mesele bir kişinin acı çekmiş olması meselesi değil. Bir kişinin sanat uğruna verdiği şahsi bir sıkıntıdan bahsetmiyoruz. Bir gezegenin insanlığı aydınlatmak için sürekli yanışından ve kendi ateşini kendi öz varlığından alarak parlayış ve aydınlatışından bahsediyoruz. Sanatçı, toplumun bütün nüveleriyle bir kişide simgeleşerek şahsiyet kazanmış halidir. Daha da ileri giderek diyebiliriz ki sanatçı, hakikatin bir şahsiyet halinde tezahür etmiş portresidir. Buradan bakarak anlamaya çalıştığımızda belki de sanatçının kimliğine ilişkin sağlam bir yoruma ulaşmış oluruz. O, her büyük ve değerli hadise gibi o hadiseye muhatap olan insanlara bir lütuf, bir merhamet, bir diriliş kanalıdır. Büyük sanat, bir irfan manivelasıdır. Büyük sanatçı da bu manivelanın döndürücüsü. Ruhumuza takılmış bu manivela, bize kendi gerçek portremizi gösterecek güçten pay almıştır.
Gerçek sanatçı, kimsenin yanında ya da uzağında değildir. O hep yanı başımızda, o hep ilham anına odaklanmış olduğu için bazen bizi umursamaz durumda, o hep istemelerden ve almalardan ötede, boğulacak kadar yalnız, herkesin ruhuna bir ferahlık katmak için insanla ve insanlıkla meşgul.