10 Mayıs 2012 Perşembe

KENDİ SESİNİ ÇOĞALTAN ŞİİRLER/Suavi Kemal Yazgıç

İyi şiir kendisine verilen mesaiyi pat diye ele vermez. Okuru o kelimelerin "hüdayinabit" bir şekilde bir araya geldiğini zannedercesine "kendiliğindenlik" duygusu ile okur şiiri. Elbette şiir dili, günlük konuşmanın dışındadır. Ancak şiirin yapılan bir şey olması, "yapmacıklığı" taşıyabildiği anlamına da gelmez. Mustafa Aydoğan'ın "Az Önce" ismiyle bir araya getirdiği ilk üç kitabı "Kendini Aynalarda Çoğaltan Şehir", "Bir Dolu Bakır Yaz" ve "Bahar Köpüğü" ile yeni kitabı "Bugün Konuştuklarımız" (Edebiyat Ortamı Yayınları) tam da bu noktada anılması gereken eserler.
Şiiri şairlik taslamadan yazan bir şair Mustafa Aydoğan. Kelime cambazlıklarına prim vermeden, zor olanın yalınlıktaki derinliği yakalamak olduğunun farkında. Bir manifesto ile yazmıyor Aydoğan. Her şairden bir harekete, bir manifestoya ait olmasını beklememek lazım.
Evet, her hareket her manifesto bir tercihtir. Ancak kimi şairler de kendi çatlağını bulup akmayı murat ederler. Çatlak bir yerden tıkansa başka bir yeri ararlar ve mecralarını da bu arayış şekillendirir. Şiirleri poetikalarından daha önce belirir bu şairler ve birisi hakkında 'son sözü' söylediğini zannetse de o 'son sözü'
her an ters köşeye yatırıp bambaşka bir semaya kanat çırpabilir bu şairler. Mustafa Aydoğan'ın şiir kitaplarını art arda okuyunca bunlar aklıma geldi. Elbette büyük savrulmaların şairi değil Aydoğan ama şiirlerindeki lirik titreşimi yakaladığı nokta çok da dar alanda kısa paslaşmalardan ibaret değil. Onun şiirini bir manifestoyla, bir akım ismi ile taçlandırmaya gerek görmemesini önemsiyorum. Kendi sesine, kendi sözüne, kendi şiirine güvenen alkış veya onay beklemeden onun üstüne titreyen bir şair o. Bir yazısında günümüz şiirinde lirizmin, metafizik içlenişin eksikliğini vurgulamıştı Aydoğan. Söz konusu yazı şu sözlerle noktalanmaktaydı: "Türk şiirinin ihtiyacı olan şey "yeni deneyiş"ten çok "yeniden inanış"tır. Cahit Zarifoğlu'nun bir sözünü hatırlıyorum. "Belki de" diyordu: "Gelecek nesil bizleri fazlasıyla Batı'lı bulacak. Belki de gelecek nesiller bugün yazılmakta olan şiiri, dahası Müslüman şairlerin yazdığı şiiri fazlasıyla dünyevi, fazlasıyla gerçekçi ve katı, fazlasıyla şehvet ve sövgü yüklü bulacaktır."
Bu sözlerdeki "deneyiş"ten çok "inanış" vurgusuna dikkat çekmek isterim. Zira Mustafa Aydoğan şiirde "denemez". Onun şiiri "deneme"nin değil "inanmanın" şiiridir. Denediği gibi değil "inandığı" gibi yazar Aydoğan. Belki de bu inanış Picasso'nun "ben aramam, bulurum" sözündeki gibi bir inanış ve yaşayışın sonucudur. Aynı cümleye geri dönersek Aydoğan şiirinin temel özelliklerini de art arda sıralamamız kabil. Dünyevi olanla sınırlanamayacak, dünyevi olana indirgenemeyecek bir şiir Aydoğan'ın yazdıkları. Başka şairlere özenti olmayan bir "metafizik ürperiş"le yazıyor. Her imgeyi, her mısrayı "kendine" ait, daha doğrusu "şahsiyetinin" bir parçası haline getiren bir şair Mustafa Aydoğan.
"Kendiliğindenlik" denince akla ilk gelen kavramlardan biri olan "naiflik"ten bahsedebiliriz mesela. Naif bir damarı var Mustafa Aydoğan şiirinin. Çocukluğunu korurken "çocuksuluğa" da prim vermeyen bir şair o. Bu da onu "hikmet" burcuna yaklaştırır. Tıpkı Küçük Prens'in "çocukça" bir kitap olmaması gibidir bu naiflik. Kurdela gibi öznesi çocuk olan ama insan olmanın, insan kalmanın tedirginliğini "bıçak sırtı" bir anlatımla şiirleştirmek de ancak böyle mümkün olur zaten. Bu noktada bir başka şairin Ali Emre'nin şahitliğine başvurmakta fayda var: "Mustafa Aydoğan, sonuçlara varan yoldaki deneyimi hesaba katmayarak düşünsel bir şiir zemini kurmaya çalışır. Temelde rafine bir şiir algısına sahip olan Aydoğan, hikmetle yaşantı arasında tercihini hikmetten yana kullanmış görünmektedir."
Her has şiir gibi Mustafa Aydoğan'ın yazdıkları da kendini oluşturan mısralardan ibaret değil. Mısralarda yer alanlar buzdağının su üstündeki bölümü gibi "söylenenlerin" küçük bir bölümünü oluşturuyor. Ya kalan kısım? Onlar da şiirin hissettirdiklerinde gizli elbette. Şiir sözle anlatılandan ibaret olsaydı "düzyazı" meramımızı ifade etmek için yeterli olurdu zaten. Bu noktada sözü Mustafa Aydoğan'ın mısralarıyla bağlamakta fayda var: "Kelimelerin acıyla bitiştiklerini seziyordum./Peki, ben/Kimdim ki acaba?/Düşünmedim bile hiç/Olduğu gibi kabullenmeyi öğrendim".

(Zaman Gazetesi, 7.5.2012)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder